KİTAP YORUMLARIM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KİTAP YORUMLARIM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Aralık 2021 Çarşamba

ŞAFAK KULESİ - KİTAP YORUMU ( CAM ŞATO #6)


ARKA KAPAK

Şanlı bir imparatorluk. . .
Umutsuz bir arayış. . .
 
Şimdi Aelin’ı takip etmeyi bırakıp, Chaol’un ardından gidelim. Kral Eli Chaol ve Nesryn, Erilea’yı kurtarmak için, son umutlarına doğru, tekerlek seslerinin azabıyla, yola çıktılar. Güney Kıtası’nın Kağan’ının devasa ordusuna ihtiyaçları var. Işıltılı kent Antica onları bekliyor. Burada sadece Erilea için değil kendileri için de şifa arayacaklar ve keşfettikleriyle baş etmekte çok zorlanacaklar. Zorlu geçen çocukluk yıllarının ardından Yrene onlara yardım edebilecek mi?
 
Cam Şato, Karanlık Taç, Ateşin Vârisi, Gölgeler Kraliçesi ve Fırtınalar İmparatorluğu’nun ardından Şafak Kulesi ile efsaneye bambaşka bir yerden bakıyor ve hayrete düşüyorsunuz.

 

 

YORUM 

 

Chaol titrek bir nefes aldı.

"Aelin size ne söz verdi?" Hasar kendi kendine gülümsedi.

"Daha iyi bir dünya."


Cam Şato serisinin 6. kitabı Şafak Kulesi, Gölgeler Kraliçesi'nde ağır bir yara alan Chaol ve ona eşlik eden Nesryn'in gözünden anlatılıyor. Seri de bir ara kitap demek demek istesem de bu kitaba bir ara kitabın okuyucuya verebileceği hiçbir şeyi vermedi bana göre.

Chaol, onu okurken genelde kızdığım, bir yandan da acıdığım bir karakter. Güçlü bir karakter ama yazar onu öyle bir yazmış ki sürekli hislerimiz değişiyor ona karşı. Yaşadığı şeyler kolay olmayan buna rağmen ayakta durmaya çalışan kralına sonsuz bir bağlılıkla tutunmuş bir asker.

Kitaba ilk başladığımda Chaol'u sanki hiç okumamış, tanımadığım bir karakter olarak düşünmek istedim. Çünkü bir yerde önceki hislerimiz girerse hem kitaba karşı kötü hislerle başlar hem de bitirmek cehennem azabı olurdu.

İşte bu düşünceyle başladığım için kitap benim için çok eğlenceliydi. Serinin son kitabı için verilmiş bir minik ara olarak düşündüm ve kitap aktı gitti.

Ama çok şaşırdığım bir konu da var ki yazar başka bir karakterin gözünden bu kitabı yazsa ve ana karakterlere bir süre veda etsekte kurgu yine tüm şaşırtmacasıyla, tüm efsaneliği ile devam etti. Basit, arka plana atılmış bir karakteri okusak bile o kadar kilit şeyler eklemişti ki, kitaba olan bakış açısı tamemen değişti. Ve bunun içindir ki bir "buçuk" kitap değil de tam bir kitap okuduk. 

İşte böyle. Bu seri sizi kendine o kadar çekiyor ki evrenden kopmak bir yana sanki içindeymişsiniz gibi hissediyorsunuz. Seriye devam etmede büyük sıkıntılar yaşasamda geçen 5 kitapta ne kadar ara verirsem vereyim evrenden kurtulamadım. (İstemiyorum da :) ) Yazar müthiş bir kurgu kurucu. Okuru esir ediyor ve öylece bağlanıyorsunuz maalesef :( Son kitabı okurken yaşayacağım burukluğu düşünemiyorum bile. 

Canı gönülden tavsiyemdir. Her kitabında olduğu gibi. 



5 Kasım 2020 Perşembe

Küller Şehri - Kitap Yorumu (Ölümcül Oyuncaklar #2)

 


ARKA KAPAK

Komada bir anne ve dünyayı yok etmeye kararlı bir baba.. Clary Fray, kurtadamlar, şeytanlar ve gizemli Gölgeavcılarıyla dolu, ürkütücü New York yer altı dünyasına doğru sürükleniyor. Geçmişiyle ilgili öğrendikleri yalnızca başlangıç. Şimdiyse dünyanın kaderi Clary'nin ellerinde. Yeni keşfettiği güçlerini ustaca kullanmayı ve asla kendisinin olmayacak bir erkeğe karşı hislerini dizginlemeyi başarabilecek mi?

"Vampir Avcısı Buffy hayranları bu seriye bayılacak."
-Publishers Weekly-

"Sevgili Edward ve Jacob, ikinize de tapıyorum ama haftasonu Jace'le olacağım. Üzgünüm! Sevgiler, Stephenie."
-Stephenie Meyer-
(Tanıtım Bülteninden)




YORUM

... Birdenbire Clary 4 yaşındayken gittiği plajı hatırladı. Aniden rüzgar gelip o kadar uğraşarak yaptığı kumdan kaleyi yıkınca kıyameti koparmıştı. Annesi ona isterse yeniden yapabileceğini söylemişti ama Clary ağlamayı kesmemişti, çünkü asıl önemli olan, kalıcı olduğuna inandığı bir şeyin kalıcı olmadığına, sadece rüzgarın veya suyun bir dokunuşuyla yıkılabilecek, kumdan yapılmış bir şey olduğunu görmekti.

Kitap hakkında ne desem ne söylesem bilemiyorum çünkü sonuna kadar nefes almayı unuttum. Çok çok hareketli bir an bile yavaşlamayan, azıcık yavaşladığı zamanda karakterleri öne sererek bu sefer de sinirden kök söktürecek bir devam kitabı Küller Şehri.

Kitap ilk kitabın bitiminden çok az bir zaman sonrası ile devam ediyor. Yani kaybettiğimiz bir zaman farkı yok. Kitapta en çok bu noktayı sevdim işte ben, yazar uzun zaman aralıkları ile okuyucu yormuyor. Uzun uzun anlatmıyor, hemen işe koyuluyor. Ve okuyucu da sonunu okuyana kadar nefesini tutuyor hâliyle.

Ben Ölümcül Oyuncaklar serisinde en çok karakterlerin kendi yaş aralıklarındaki gibi normal davranışlar sergilemelerini seviyorum. Bu kitapta da gerçekten bu olayın dibine kadar indik. Mesela bir ergenin evi terketmesini, sonra diğerinin saçma seçimler yapıp hayatıyla ilgili önemli bir değişiklik yapmasını ve diğerinin duygularına kesinlikle hâkim olamamasını o hareketliliğin, bir an bile durmayan heyecanın içinde okuduk. VE BEN SİNİR OLDUM. GERÇEKTEN YAZAR, ÖZELLİKLE BİR KARAKTERE O KADAR ODAKLANMIŞTI Kİ BU BENİ SİNİR ETTİ. Zaten kitabı da benim için aşağı çeken o karakterdi.

Devam kitapları hakkında çok fazla yorum yapamıyorum çünkü gidişat fazlaca spoiler içeriyor. Bu yüzden Küller Şehri hakkında da söyleyecek pek bir şey yok. Nefes aldırmayan,  sinir eden ve az buçuk üzen bir devam kitabıydı. Üçüncü kitabın yorumu ile görüşmek üzere, sevgiler ♥️

7 Temmuz 2020 Salı

Benim Biricik Hayatım - Kitap Yorumu



ARKA KAPAK

Bu hayatta benim için başka ne var?
 
Rachel Walker’ın tüm hayatı çoktan planlanmıştı. Ne okuyacağına, nerelere gidebileceğine, ne giyeceğine ve hatta nasıl biriyle evleneceğine bile karar verilmişti. Ona dair her şeyin idaresi, ailesinin ve cemaatin sorumluluğundaydı. Fakat özellikle uzak tutulduğu dünyaya dair bitmeyen merakını bastırmakta zorlanıyordu.
 
Babasının sıkı sıkıya uyguladığı kurallarla örülü sırça fanus, cemaatin baskılarından kaçan bir kızın tekrar kasabaya dönmesiyle çatırdamaya başladı. Rachel’ın bir blogda okuduğu isyan çığlığı, içinde hiç bilmediği yaraları tekrar kanatırken hayatının iplerini eline almak için savaşmaktan başka şansı olmadığını anlayacaktı.





YORUM

"Söyle bana, nedir planın, ne yapacaksın, o biricik, vahşi ve kıymetli hayatınla?"

Bütün hayatınızın siz doğmadan önce planlandığını düşünün. Her yaş döneminizde yapacaklarınızın belli olduğunu. Yaşam amacınızın, birisine eş ve anne olarak belirlendiğini. Ve bir gün bu planlanan yaşantınızın, adeta patlamaya hazır bir bombanın uyarı ışığı gibi zihninizde yanıp söndüğünü. İşte Benim Biricik Hayatım böyle başlıyor. Planlanan bir yaşam ve saplantılı bir düşünce tarzının egemen olduğu bir ortamda.

Rachel Walker ve ailesi Calvary Hristiyan Cemaatine mensup, çok çocuklu bir aile. Kahramanımız Rachel, aşırı katı cemaat kurallarıyla büyümüş, kadınların tek amacının sadece eş ve anne olarak tanımlandığı, teknolojinin kısıtlanmış, eğitimin sadece evde verildiği, cemaat dışına itilenlerin ayıplandığı ve bana göre en ağırı cemaat kurallarına uymayanların beyin yıkama kamplarına gönderildiği bir yaşama sahip. Küçüklükten beri bununla yaşadığı için sesini çıkaramıyor çünkü yaşamı bunu gerektiriyor. Başka bir şey görmemiş, yaşamamış.

Ama bir gün sorgulamaya başlıyor. Neden eğitim göremiyorum diyor mesela. Babası okuduğu kitabı sırf kendi dünyalarına ait değil diye yırtınca bu sorgulamalar üst sınıra ulaşıyor ve bir gün kendisini cemaatten, deyim yerindeyse kaçmış bir kadın ile iletişim halinde buluyor. Ve böylece kitabımız başlıyor.

Öncelikle söylemek istiyorum  ben kitaba gerçekten o kadar beklentisiz başladım ki, her şeyin üstün körü geçilip biteceğini düşünüyordum. Yazarın diğer kitabını çok fazla sevmemiştim çünkü. Ama Benim Biricik Hayatım gerçek bir kendini bulma hikâyesi. Cemaatten soğuma aşamaları, Rachel'in daha 17 yaşında o kozadan bir hamlede çıkması ve kendi hayatına, dinine farklı bir bakış açısı ile bakıp araya aracı koymadan inancını yaşamasına bayıldım.  Her sayfada mi gözleri dolar bir insanın benim doldu.

Öyle ki kitabın benim için dönüm noktası olan bir sahnesi var, tetikte bekledim istediğim şeyi vermeyecek diye ama verdi ve kitabı benim için en üst noktaya çıkaran şey buydu. Açık yüreklilikle söylüyorum bu yıl okuduğum, beni en çok etkileyen kitap olabilir. Hafif Unorthodox tadı var ama bence Benim Biricik Hayatım daha güzel.


Özellikle cemaat kavramına farklı bir bakış açısı bakmayan isteyen, kendini bulma hikayelerinin hastası okurlara tavsiyemdir.

25 Mart 2019 Pazartesi

RENKLİ GÖĞÜN ALTINDA - KİTAP YORUMU


ARKA KAPAK

Yıl 1849: Samantha, New York’a geri taşınıp profesyonel bir müzisyen olmanın hayalini kuruyordu. Cinsiyetinden ötürü işi zaten zordu fakat Çinli olması durumunu daha da zorlaştırıyordu. 

Bir gün ani bir kaza hayalini yıkınca, hayatı da büyük bir tehlikeye girmişti. Kendisiyle beraber gelmeyi kabul eden Annamae isimli bir köleyle bulundukları kasabadan kaçmışlardı fakat iki kız Oregon Yolu’nda seyahat etmek tehlikeli olduğundan kılık değiştirerek kendilerini Sammy ve Andy isimli, California’daki altın arayışına katılan iki oğlan olarak tanıtmışlardı. 

Sammy ve Andy geçmişlerine giden bir yol ararken ve istenmeyen bakışlardan kaçarken güçlü bir bağ kurmuşlardı. Kanun peşlerine takılmışken ve her gün yeni bir sorunla karşılaşırken iki kız saklanabilecekler miydi? 
 
“Duygusal ve eğlenceli… Hayatta kalma, arkadaşlık ve dayanıklılık üzerine yazılmış bu roman okurlarını kendine bağlayacak.” 

- Kirkus Reviews, starred review

“Tarihi macera ve biraz romantizm severler için birebir.” 

- Booklist

“Çin kültürü ve bilgeliği ile müziği, arkadaşlığı, çeşitliliği ve hayatta kalmayı birbirine ustaca örmüş bir hikâye."

- Publisher’s Weekly, starred review



YORUM

"West geçtiğimiz hafta boyunca huysuz ve öfkeliydi, büyük ihtimalle benim yüzümden. Sen o züppe Jack'in bançosunu elinden alıp ona gününü gösterdiğinde West birdenbire kahkahalarla gülmeye başladı. Hiçbirimiz banço çalabildiğini bilmiyorduk. Ama sonra ağlamaya başladı. Çok tuhaftı."



Uzun zamandır buralardan uzak kaldığım için cümlelerim biraz tuhaf olabilir ama buraya dönüşüm Renkli Göğün Altında ile olmalı diye düşündüm az önce yorumlanacak kitaplarıma baktığımda.

Sevdiğim kitaplara yorum yapmak beni çok zor zorluyor, sürekli övgü içeren kelimeleri buraya yazınca kendimi kötü hissediyorum ama Renkli Göğün Altında bu övgü cümlelerinin hepsini hak eden cinsten bir kitap.

1849 yılının Amerika'sında göçmen olan Çinli bir kızın hayatta kalma, direnme ve aile kurma öyküsü Renkli Göğün Altında. Talihsiz bir takım olaylar sonucunda karşılaştığı köle kız Annamae ile maceralı bir o kadar eğlenceli ve bir yerinde kalbinizin ortasında kocaman bir delik açacak dramı ile  hayallerinin peşinden giden bu iki kızın yolculuğu gerçekten okuyucuyu hem şaşırtıyor hem de yaşadığı hayatı bir süre sorgulamasını sağlıyor.

Kitabın benim için en özel yanı sanırım iki kızın her şeye rağmen direnişi ve karşılaştıkları şapşal oğlanlara hadlerini sonuna bildirmeleriydi. Bunun nasıl olduğunu açıklayamam ama beş kişilik bir ailenin kan bağı olmadan nasıl kurulduğunu aşama aşama gördük biz okuyanlar.

Cesaret öyküsü bir yandan da Renkli Göğün Altında. Kızların o dönemde ayrımcılığa karşı  kendilerince savaş açmaları beni hem mutlu etti hem de duygulandırdı. Gerçi kitabın birçok yerinde ya kahkaha attım ya da ağladım ben.

Gerçekten bütün duyguları dolu dolu hissettiren, 2019'un unutulmayacak kitapları arasına girdi Renkli Göğün Altında. Klişe bir konu gibi görünse de aşka birle bir yerde direnen dostluğun, ailenin ön planda olduğu bu güzel kitabı canı gönülden öneririm.

11 Aralık 2017 Pazartesi

BUL BENİ ZİBA - KİTAP YORUMU


ARKA KAPAK

Doğum gününde, babası Ziba'yı çağırır ve doğum gününü birlikte geçirmesi için akıl hastanesinden kaçmasına yardım etmesini ister. Babası geçmişi telafi etmeyi ve doğum gününü kutlamayı ve iyi vakit geçirmeyi vaat eder ama işler ters gider...  

Farhad Hassanzadeh, genç yetişkin kurmacası için olağandışı olan bu acı hikâyede, genç kahramanın yaşamının doğrudan bir resmini çekiyor. Roman, okuyuculara düşünecek çok şey verecek bir konuyu sunuyor.




YORUM

Biliyor musun Ziba, Doktor Abbasi'den duymuştum bir keresinde; oturduktan sonra tekrar ayağa kalkmak zormuş ama şartmış, eğer böyle olmasa hepimiz günün birinde yere serilirmişiz. Ben isterim ki, tekrar ayağa kalkayım ve kalkarken seni de kaldırayım. Seni başımın üstüne koyup roket gibi gökyüzüne doğru fırlatayım. Ama sen de babana karşı her zaman dürüst ol.


Bul Beni Ziba, çok vurucu bir girişle başlıyor ve bu girişi okuduktan sonra tamamen çarpılmış olarak başlıyorsunuz kitaba. Size vereceği hisleri, duygu karmaşalarını sadece tek paragrafla özetleyen kitabımız bana göre tamamen vurucu, kalp kırıcı ve bir miktar da ders çıkarılması gereken bir kitap.

Kitabımız, gerçek ve hayal arasında sıkışıp kalmış 15 yaşın bütün davranışlarını üzerinde taşıyan Ziba'nın doğum gününe bir gün kala akıl hastanesinde kalan babasından telefon alması ile başlıyor. Ziba'dan onu ziyaret etmesini isteyen babasının doğum günü planları olduğunu duyan küçük Ziba da atlıyor tabi bu fikre. Küçük bir kaçış planı ve bu planın şans eseri gerçekleşmesiyle baba kızın maceraları da böylelikle başlıyor.

Normalde bu tür kitapları okumaya çok çekinen birisiyim ben. Aile dramaları beni daraltmakla birlikte üzerimde oldukça etki bırakıyor. Bir süre sadece o anlatılan hikâyeyi yaşıyorum ve kendi kendime acı çekiyorum. Ama Bul Beni Ziba kısacık hikâyesinde, içinde barındırdığı dramı bir miktar komedi ile dengelemiş ve ortaya gayet güzel bir kitap çıkmış bana göre.

İki karakterinde başından beri psikolojik olarak çok da sağlıklı olmadığını anlıyoruz okurken. Ziba ailesizlik ve kimsesizlik ile kendini kitaplara vuran ve onlarda gerçek hayatın yansımanı izleyen küçük bir kız çocuğu, babası ise hastalığını geri plana atmaya çalışan ve bunu başaramayan bir hasta. Sağlıklı düşünceleri yok, sağlıklı bir planları yok. Bu yüzden de yaşadıkları birçok olay trajikomik bir macera bana göre.

Ama okuru eğlendiren, kitabın hızlı okunmasını sağlayan bu maceraların hüzünlü bir yanı da var. Sadece eğlenmek için çıktıkları bu yolda Ziba babasından birçok şey istiyor ama bunu olamayacağının da farkında. Çünkü babasının düşünce yapısı hassas ve davranışları bir miktar tehlikeli. Okurken sürekli diken üstündeyiz bu yüzden. Fiziksel bir zarar olmamasına rağmen kitap bittiğinde düşünce olarak Ziba'nın kırıklığını içimizde yaşıyoruz.

Kitap kısacık olmasın rağmen İran'ın genel durumu hakkında bilgi vermeyi ve sosyal sınıflamaları eleştirmesi ile de dikkat çekiyor. Yazar kendi düşüncelerinin yansımasını gayet net bir şekilde hissettirmiş ve okuyucuya gayet güzel bir şekilde ulaştırmış bana göre.

Ama tüm bunların dışında kitabın en vurucu tarafı aile içi psikolojik ve fiziksel şiddettin küçük bir kız çocuğu üzerinde yansımalarını biz okuyuculara gayet net bir şekilde hissettirmesi yazarın. O dengesiz psikolojiyi Ziba'nın düşünceleri üzerinden vermesi, babasının kırılgan tarafının onu aslında yaraladığını kitabın sonunda net bir şekilde ifade etmesi çok kalp kırıcı olmakla birlikfe sarsıcıydı da.

Kitapla ilgili tek sorunum Ziba'nın düşünceleri arasında aktarılan anıların hissettirilememesi. Günümüzde iken birden geçmiş ve gelecek anları anlatılınca okuyucunun kafası karışıyor. Ne olduğunu bir süre anlayamıyor hâliyle.


İran'ın tarihi kültürel dokusu üzerinde işlenen vurucu, sarsıcı kitaplar arıyorsanız Bul Beni Ziba sizlere önerim arasında. En kısa zamanda tanışmanızı öneririm.

6 Kasım 2017 Pazartesi

BİN PARÇA SEN - KİTAP YORUMU ( FIREBIRD #1)


ARKA KAPAK

Zaman yoktu. Dakikalarım mı vardı, saniyelerim mi yoksa daha da mı azı, bilmiyordum. Omzumda küçük bir çanta vardı. Elimi içine atınca kalem değilse de bir ruj buldum. Titreyen parmaklarla kapağını çıkardım ve ara sokaktaki duvara yapıştırılmış eski postere yazmaya başladım. Bu, iletmem gereken mesaj ve benden geriye bir şey kalmayınca hatırlamam gereken tek amaçtı: 
PAUL MARKOV’U ÖLDÜR. 

MARGUERITE CANE dâhi fizikçi ebeveynleri sayesinde bilimsel teorilerle büyümüştür. Ama hiçbiri, annesinin son icadı olan ve boyutlararası yolculuk yapmaya yarayan Ateşkuşu kadar şaşırtıcı değildir. 
Marguerite’in babası cinayete kurban gittiğinde tüm deliller tek kişiyi göstermektedir: Ebeveynlerinin gözde öğrencisi, sırlarla dolu Paul. Mükemmel cinayeti işlemiş gibi görünen genç adam, polis ona ulaşamadan başka bir boyuta kaçar. Ama Marguerite’i hesaba katmamıştır. Genç kız çeşitli boyutlarda Paul’ün peşine düşer. Babasının cinayetinin arkasında yatan gerçekler yavaş yavaş gün yüzüne çıkarken Marguerite yaşanan ihaneti tekrarlamaya mahkûm olur. 
Genç kız bambaşka yaşamlardan geçerken –Çarlık Rusyası’nda bir grandüşes, fütüristik Londra’da parti meraklısı bir yetim, okyanusun ortasındaki bir istasyonda yaşayan bir mülteci– tehlikeli olduğu kadar karşı konulmaz bir aşka kendini kaptıracaktır. 

 “Macera, bilimkurgu ve romantizmin bu müthiş karışımı geniş kitlelere hitap edecek.” 
-School Library Journal -

“Aksiyon dolu bir ilk kitap… Gray bilimkurgu, tarih ve modern öğeler arasında yol alıyor.” 
-Publishers Weekly -



İlk görüşte aşka inanmadığımı söylerken ciddiydim.Bir insana gerçekten, cidden aşık olmak zaman alırdı.Öte yandan ana inanırdım.Birinin içinde ki gerçeği gördüğünüz, onun da sizin içinizdeki gerçeği yakaladığı o an. O anda, artık sadece ve tamamen kendinize ait olmazdınız.Bir parçanız ona ait olurdu, onun bir parçası da size. Sonrasında ne kadar isterseniz ve ne kadar çabalasınız da o parçayı geri alamazdınız.

YORUM 


Büyük umutlarla başlayıp beni hayal kırıklığına uğratan kitaplarda bugün, diye başlamak istiyorum Bin Parça Sen hakkında düşüncelerimi aktarmaya.

Yayınlanacağını duyduğumdan beri Bin Parça Sen'i, hem arka kapak yazısı hem de kapağının dikkat çekiciliği ile hemen sepete atmış, ön siparişe düştüğü anda da alıvermiştim. Eh, bu kadar hızlı aldığım gibi de listemdeki kitaplara bir süre ara verip hızlıca okumaya başladım. Ve kitap, ciddi söylüyorum, ben ne kadar hızlı elime aldıysam o kadar hızlı başladı. Birdenbire kurgunun içine dalıp kitapta belki de en sevdiğim olaylardan biri olan akıcılığı ile hızlıca okutturdu kendini.


Bin Parça Sen, ebenveynlerinin tüm hayatları boyunca boyutlar arası yolculuk yapmaya yarayan Ateşkuşu'nu icat etmeye çalışmasını izleyerek büyüyen Marguerite'ın, babası cinayete kurban gittiğinde, tüm delillerin tek bir kişiyi gösterip suçlu bulduğu, ebeveynlerinin gözde öğrencisi olan Paul Markov'un peşinden intikamı için boyutlar arası bir maceraya koyulmasını konu alıyor. Bu boyutlar arası yolculukta, her boyutta farklı bir Marguerite'a rastlayan kahramanımız, tam olarak gizemi çözülememiş bir alet olan Ateşkuşu'nu açığa çıkarmaya, hem de babasının ölümünün ardındaki gizemi çözmeye çalışırken türlü zorluklar ile savaşırken buluyor kendini.


"Bütün evreni öğrenmemi mi istiyorsunuz?"
"Sizin için öğrenirim."

Bin Parça Sen, 348 sayfa boyunca bir an bile maceranın, heyecanın kesilmediği oldukça hareketli bir roman. En başından beri sırlarla dolu bir kitaba başlıyorsunuz ve sonuna kadar hatta sonunda bile bu sırların çözülmeye çalışılırken bile daha da karmaşıklaştığını hissediyorsunuz. Bu yüzden kitap boyunca diken üstünde, eliniz kalbinizde okuyabileceğinizi söyleyebilirim kitabı.

Tahmin ettiğiniz şeyler az çok çıkıyor ama, bu yüzden ana konunun gerçekten özgün olduğunu fakat kurgu ilerleyişinin zayıf olduğunu düşünüyorum ben. Belki de boyutlar arası yolculuk konusu hakkında kitap okumadığım için de olabilir tam olarak bilmiyorum ama bu konu, yani yolculuk konusu, kitabı okurken beni heyecanlandıran yegâne şeydi diyebilirim.


Ama tüm bunların dışında yani bu boyutlar arası yolculuk dışında kitapta beni kalbimden vuran, işte bu kitabın büyüsü bu dediğim hissi, kitap boyunca arasam da bulamadım maalesef. Bin Parça Sen'i tamamen bilimkurgu içeriğine sahip olduğu için almadım ben. Bu kitabın içinde az çok "aşk" konusunun işleneceğini tahmin ediyordum. İşlendi de zaten. İlk başta gayet masum bir şekilde, okuyucu kendine hayran edecek kadar güzel hem de. Ancak bu nahif duygu aktarımının yazar tarafından, ana karakterinin eline bir bıçak verip katlettiğini düşünüyorum.


Bu katledilen duygular hakkında uzun uzun konuşmayacağım ancak kısa bir şekilde beni neden rahatsız ettiğini açıklamak istiyorum ki bir fikriniz olsun. Kitabın başında nefret ve üzüntü dolu bir ana karakter ile karşılaşıyoruz biz okuyanlar. Ancak bu iki olumsuz duygunun dışında karakterin kendince birilerini aklamaya çalıştığını, peşinde olduğu şeyin bir parça olsa bile suçsuz olmasını umut ettiğini de okuyoruz.


Kitap boyunca da bu zıt duyguların patlama noktasına gelip bizi duygularının nahifliğine inandırmasını ve kalbimizi çalıp kitaba farklı bir yönden bakmak da istiyoruz. En azından ben böyle bir şey bekledim. Ancak ana karakterimiz Marguerite o kadar tutarsız bir karaktere dönüştü ki sayfalar sonra en başından ne hissettiğini ve sonra neler hissedeceği benim için önemsiz bir hâle geldi. Çünkü karakterin bencilliği ve zayıf duygusal patlamalarını okumak bu kadar güzel bir kitabı bana göre katletmişti. Eh, bu yüzden de ne aradım ne buldum olayını bolca yaşadım Bin Parça Sen'de.


Ama bu söylediğim nedenler dışında ana konunun özgün oluşu ve okunabilirliği açısından sevdiğimi söyleyebilirim kitabı. Sadece büyük umut etmemek gerektiğini düşünüyorum.


Eğer sizler de bilim kurgu ve romantizmin harmanlandığı akıcı kitaplar arıyorsanız ve farklılıkları her daim kovalayanlardansanız Bin Parça Sen'i okumanızı öneriyorum. Umarım benim arayıp bulamadığım hissi sizler yakalarsınız.



Sevgiler 💗

29 Eylül 2017 Cuma

FANGİRL - KİTAP YORUMU


ARKA KAPAK

Cath bir Simon Snow hayranıdır.
Öyle ya, tüm dünya Simon Snow hayranıdır...

Ancak bu Cath için bir hayat felsefesidir ve o takipçi olma konusunda çok iyidir. İkiz kız kardeşi Wren'le çocukluklarından beri Simon Snow kitaplarını defalarca okumaktan, hayran kurgusu yazmaya kadar, kendilerini seriye adamış, annelerini kaybetmelerini de ancak bu şekilde atlatabilmişlerdir. Büyüdükçe
Wren'in hayranlığı azalsa da Cath'in vazgeçmeye niyeti yoktur.
Üniversiteye gidecekleri sırada Wren, onunla aynı odada kalmak istemediğini söyleyince Cath kendi rahat dünyasının tamamen dışında, bir başına kalır. Son derece utangaç olan Cath, kendini yazdığı hayran kurgusuna kaptırmıştır. Hikâyesinde her zaman ne diyeceğini gayet iyi bilmekte ve gerçek hayatta hiç tecrübe etmediği romantizmi öyküsüne yansıtabilmektedir. Wren elinden tutmadan da Cath her şeyin üstesinden gelebilecek midir? Kendi hayatına başlamaya gerçekten hazır mıdır? Ya kendi hikâyelerini yazmaya?..
En önemlisi de Simon Snow sevdasını geride bırakma pahasına yola devam etmeyi istemekte midir?


“Son derece keyifli, sevgi dolu bir gençlik masalı; başarı kaderinde var.”
- New York Journal of Books
“Kesinlikle büyüleyici.”
- Kirkus Reviews
“Rowell, son derece popülerleşmiş hayran kurgusu evrenini ve on sekiz yaşındaki bir kızın aklından geçenleri başarıyla aktarıyor.”

- Entertainment Weekly




YORUM


"Gözlüğünü seviyorum," dedi Levi. "Simon Snow tişörtlerini seviyorum. Önüne çıkan herkese gülümsüyor olmamanı seviyorum çünkü o zaman bana gülümsediğinde... Cather... Seni herkese tercih ederim."


Fangirl, şu sıralar listemde olan dram türünde kitapları üst üste okumaktan kalbim sıkıştığında imdadıma koşarak yetişen, ağır önyargılı olduğum Rainbow Rowell'a karşı beni utandıran, bu ayın en eğlenceli, en tatlı kitaplarından biriydi bana göre.

Kitabın yazarı ile tanışmam birçoğumuzda olduğu gibi Eleanor ve Park ile oldu. Ancak Eleanor ve Park'ın o kadar övülmesine rağmen bende beklediğim etkiyi bırakmadığını fark etmiş ve Fangirl'ü de bu zamana kadar bu durumdan dolayı bekletmiştim.

Ancak anlarsınız ki pişman oldum.

Fangirl'e bayıldım.

Kitabımız, ünlü kitap karakteri Simon Snow hayranı Cath'in bu karakter için kendince kurguladığı hayran hikâyeleri yazdığı, üniversite yaşamına alışma sürecinde gerçek ile düş arasında bocalamasını ancak hayallerine sıkı sıkıya tutunup bunun kendine zarar vereceğini bilse de kaleminden, hikâyelerinden asla vazgeçmemesini konu alıyor.

Ama bunun yanında aile, arkadaşlık, ilk aşk gibi nahif konuları da ince ince işliyor tabi ki. Yazarın Eleanor ve Park'ta sevdiğim özelliklerinden birisi hassas olan bir konuyu iyi bir hikâye ve eğlenceli karakterler ile harmanlanmasıydı. Aynı şey Fangirl'de de oldu. Var olan sorunu bizlere hikâyenin ilk başında "dan" diye vermiyor yazar. Ağır ağır karakterlerin düşünceleriyle oluşan ortam ile ince ince yedirip hissetmemizi sağlıyor.

Fangirl başta da dediğim gibi eğlenceli bir kitap. Her sayfasından keyif alarak okuyorsunuz. Ama bunun yanında var olan gençlik sorunlarına, ailevi meselelere, bir genç kızın yanındaki desteği ile yavaş yavaş evrilmesine de tanık oluyoruz.

Boş, çerezlik bir kitap değil bana göre Fangirl. Karakterleri ve kurgusuyla birçok meşale veriyor yazar.

Kitabın içindeki her bir karakterin sorunları olsun veya olmasın bir şekilde hikâyelerine değip geçiyoruz. Özellikle Levi karakteri baştan sona kadar kafamda soru işaretleri bıraksa da sonunda karakterinin gerçekten bu kadar iyi ruhlu nahif olduğunu anlamam beni kısa süreli bir şoka soktu. İyi görünüp kötü çocuk olan o kadar kitap karakteri var ki Levi'nin bir nevi Pollyanna oluşu, Cath sorunları ile boğuşmaya cesaret edemezken onu yavaş yavaş kendi yöntemiyle gerçek hayatla tanıştırması gerçekten hayran olunasıydı.

Benim kitabı bu kadar sevmeme rağmen puan kırmamda neden olay şey ise yazarın oldu bittiye getirilmiş klasik sonu. Azıcık daha yedirilmiş, belirgin bir son olsaydı gerçekten tadından yenmez bir kitap olacaktı Fangirl.

Ne söylesem, ne desem bir şekilde dönüp dolaşıp kitaba hayran olmama gelmeden kısaca bitiriyorum yorumumu. Sizler de günlük hayatın tantanasından bunalıp sıkılmış bir ruh hâlindeyseniz Fangirl renkli karakterleri ve nahif öyküsü ile sizlere tavsiyemdir.

Sevgiler.


15 Eylül 2017 Cuma

KAZANANIN SUÇU - KİTAP YORUMU ( THE WİNNER'S TRILOGY #2 )


ARKA KAPAK

Kalbinin sesini dinlemek, en büyük suçun olabilir.


Kraliyet düğünleri denince akla, şafağa kadar bitmek bilmeyen balolar, havai fişekler ve şenlikler gelir. Çoğu genç kızın hayali olan böyle bir düğün Kestrel için esaretten farksızdır. İmparatorluk sarayında gizlice casusluk yaparken, artık aldığı her nefeste hile ve yalanlarla sarılı olduğunu hissetmektedir. Üstelik özlemini duyduğu Arin’e bile sırrını emanet edememektedir… 

Arin ülkesini özgürlüğüne kavuşturmak için mücadele ederken Kestrel’in gereğinden fazla şey bildiğinden kuşkulanmaktadır. Genç kız şoke edici bir sırrı açığa çıkarmaya yaklaşırken, Arin’i en çok yaralayan şey, karanlıkta ona saplanan hançer değil gerçeğin kendisi olacaktır. 

“Kazananın Suçu, müthiş bir romantizm ile korkunç bir yıkım arasında gidip gelen, bıçak sırtı bir roman. Rutkoski akıl oyunları, iktidar mücadeleleri ve casuslukla dolu dünyasıyla beni kendine esir etti. Kestrel ile Arin’in aşkının nasıl sonlanacağını merakla bekliyorum.” 

-Marissa Meyer, New York Times çoksatan yazarı- 

 “Hikâyenin şaşırtıcı konusu entrika ve hilelerle akıllıca örülmüş. Büyüleyici, yıkıcı ve göz kamaştırıcı.” 


-Kirkus Reviews- 





YORUM

"Gitmek istemiyorum," dedi Arin. "Seninle oynamak istiyorum. Tek bir oyun."

Ya ayartılmaya razı gelecek ya da akıllıca davranmayı seçecekti ancak Kestrel için doğru kararı vermek gittikçe zorlaşıyordu. "Ne zaman?" demeyi başardı.

"Mümkün olan ilk fırsatta."

Bu yalnızca oyun değil miydi? Yalnızca bir el? Ağzından "Pekâlâ," sözcüğü döküldü.

"Kazanan her şeyi alır," dedi Arin.

Kestrel ona baktı. "Nesine?"


"Gerçeklere."


 Bir kitap yorumu için çok şiirsel olacak ama, Kazananın Suçu'nu elime alıp ilk bölümü okumaya başladığım anda sanki maddeleşip kalbimi ellerine aldı sonra da onu sımsıkı sarıp un ufak etti. Kitap boyunca, yaşanılan olayların heyecanı sırasında bile kitabın bende bıraktığı kalp sancısı ile uğraştım. Ancak bu kalp sancısı dediğim hüzün, okuyucuyu salya sümük ağlatan cinsten bir hüzün değil. Kalp acıtan, acısı ile yaşatan, kitaba ayrı bir renk katan bir hüzün.

İlk kitabın sonundaki malum olay yüzünden geri dönülemez kararlar alan Kestrel, kendini bir anda sarayın şaşalı dünyasında, her tehlikeye atabilecek türlü entrikaların içinde buluyor Kazananın Suçu'nda.

Hem çok sevdiği babasını hem de ülkesini özgürlüğe kavuşturmak için her türlü mücadeleyi verebilecek cesaretteki Arin'i korumaya çalışırken, daha önce hiç karşılaşmadığı insanların tuzaklarından kurtulmaya, esaretini özgürlüğe çevirmeye uğraşıyor.

Serimizin, ilk kitaba nazaran aksiyon oranı bu kitapta düşük hâlde. Bunu sebebi de yazarın bu kitapta tamamen Kestrel'e odaklanması.

Kestrel'in giriştiği birkaç dövüşte, rakibini yumrukları ile değil de tamamen zekâsı ile yendiğini ilk kitapta da görmüştük. Heh işte ikinci kitap Kestrel'in kendi zekâsına uygun, hatta bazı noktalarda ondan bile zeki karakter ile zihnen savaşmasını işliyor. Okuyucular ise bu savaşı, kazananın kim olduğunu öğrenene dek eli kalbinde okuyor. Entrika, daha da kısıtlarsak sarayda dönen entrikalar okumaktan daima rahatsız olduğum bir konu. Çünkü karakterler zekaları ile sürekli birbirlerini kışkırtır hâldeler. Zihin devreye girdiğinde işler bircok noktada çirkinleşiyor. Kazananın Suçu, işlerin çirkinleştiği asıl noktayı, sadece ana karakterlerin gözüyle okuduğumuz için göremiyoruz, anlayamıyoruz. Bela geliyor bunu hissediyoruz, tehlikeli bir rakip var ortada ancak bu belanın nereden gelip, neleri yıkacağını anlayamadığımız için kitap bittiğinde tamamen dağılmış hâlde buluyoruz kendimizi.

Kitabın sonuna doğru işler o kadar içinden çıkılmaz bir hale geliyor ki yazarın hissettirdiği gerilimin yanında Kestrel'in acısını, ihanete uğramış kalbininin ağrısını bir süre içimizde taşıyoruz.

Kitapta tamamen Kestrel'e odaklanıldığı için Arin'i dolu dolu bekleyen okuyucuların şimdiden beklentisini en aza indirmesini öneriyorum. Benim gibi kadın karakterin zekâsına hayran okuyucular ise buna tamamen doyuyor. Bunun yüzündendir ki en sevdiğim devam kitaplarından biri oldu benim için Kazananın Suçu.

Son kitap için aşırı heyecanlıyım ama bir mazoşist gibi kendime bu acıyı çektirip aylarca gözleyeceğim yolunu üçüncü kitabın. Tabi ki arada hiç kuşkusuz kendime eziyet etmek için her iki kitabı da defalarca okuyabilirim.

Entrikanın, zeki karakterlerin, alabildiğine hüznün yanında tutkulu bir çiftin özgürlükleri ve aşkları uğruna savaşını okumak isteyenlere tarihi-fantazya türünün en sevdiğim kitaplarından olan Kazananın Suçu'nu hiç kuşkusuz öneririm.


Sevgiler.

29 Temmuz 2017 Cumartesi

KÖR - KİTAP YORUMU


ARKA KAPAK


DÜNYAN KARARDIĞINDA NE GÖRÜRSÜN? 
 
Emma Sasha Silver korkunç bir kazada görme yetisini kaybedince, yolda karşıdan karşıya geçmekten kız kardeşlerini tanımaya kadar renkleri gözünde canlandırarak her şeyi en başından öğrenmek zorunda kalır. Yedi kardeşten biri olan Emma, görünmez çocuk olmaya alışmışken herkesin bakışlarını üzerinde hissetmeye başlar. Liseye devam edip hem eski arkadaşlarıyla arasını düzeltmeye hem de önceki hayatına dönmeye çalışırken, intihar eden bir sınıf arkadaşının cesedi bulunur. On beş yaşında ve artık kör bir kız olan Emma, hayatın yaşamaya değip değmediğini anlamak için arkadaşının başına gelenleri çözmek zorundadır. 
 
Kör, bir genç kızın dünyada kendine yer edinme çabasını anlatan güçlü ve dokunaklı bir roman. 
 
 “İnsanın içine işleyen bir roman.” 
Publishers Weekly 
 
“İncelikle yazılmış, unutulmaz ve ufuk açıcı bir hikâye.” 
Booklist
 
 “Kör, okurun kendini kahramanın yerine koyarak hem onun acılarını görmesini hem de başkalarının acısına daha az kör bakmasını sağlıyor… DeWoskin, duygusal derinliği ve kendini başkasının yerine koymanın dayanılmaz ağırlığını anlattığı bu romanla rakipsiz bir yazar olduğunu ortaya koymuş.” 
SF Weekly 
 
Alaska’nın Peşinde romanının izinde… Körlüğün ve arkadaşlığın kaygan zeminine içten ve duyusal bir yolculuk.” 
Kirkus Reviews 
 
“Üzerinde çok çalışılmış, mutlaka okunması gereken bir hikâye. Emma gerçeklerden korkmadan ve incelikle engelinin üstesinden gelen bir kahraman.” 
School Library Journal 
 
“Canlı anlatımı ve renk tasvirleriyle okurun, körlerin neyi nasıl gördüklerini anlamasını sağlıyor… DeWoskin hikâyesini umut, mizah ve gerçekten aldığı güçle dile getiriyor.” 
Library Media Connection 
 
“Yürek burkan bir öykü.” 
TeenReadscom 
 
Kör, kimsenin dilinden düşüremediği bir roman olacak.” 
Bustlecom 





KİTAP YORUMU

 "Belki de insan olmanın en büyük amacı, başka birinin yerinde olmanın nasıl bir duygu olabileceğini gerçekten hayal etmeye çalışmaktı."



Kör, bir kaza sonucu görme yetisini kaybeden Emma'nın hikâyesi. Karakterimizin görmeme sürecine alışırken bir yandan da hayatta kendine bir yer edinme, anlamlandırıp bu sürecin getirilerini en sağlıklı bir şekilde atlatmaya çalışma serüvenini okuyoruz.

Eh okurken de duygusal olarak parçalanıyoruz hâliyle. Çünkü Emma'nın bu sürece alışma hikâyesi olabildiğine ağır anlatılmış kitapta. Karakterin ne hissettiğini, çaresizliğini en saf haliyle hissediyoruz okurken.

Kör'ü alma sebebim konusunu okuyunca deli gibi ağlama uyandırdığı içindi.Yani başlarken ben bu kitapta kesin ağlayacağım düşüncesi ile sayfaları açtım. Dramın fazlaca olduğu, konusunun okuyucu fazlaca sarsacak kitaplardan sandım.

Ancak her ne kadar okurken içim parçalansa da Kör'ü salt bir dram kitabı olarak adlandırmak doğru değil. Karakterin hisleri okuyucu tarafından hissediliyor ancak kurgunun gidişatı buna izin vermiyor.

Emma'nın gücünden, zekasından, sabrından etkileniyorsunuz. Çünkü o alışma süreci bir nevi Emma'nın hayatı kabullenme, sorgulama gibi temel soruların cevabını bulduruyor.

Kitapta bir sonraki hayal kırıklığına uğradığım nokta ise arkadaşının ölümünün daha etkileyici bir şekilde sonuca bağlanmaması. Oldu bittiye getirilmiş gibi hissettim sonunda.

Sonuç olarak Kör, beğenip beğenmeme konusunda zerre emin olmadığım bir kitap oldu. Verilen mesaj olarak anlamlı bulmakla birlikte kurgusunun tamamen tek düze olduğunu düşünüyorum.

Hafif, sizi içten içe sarsacak ama keyif vermeyi, sonunda yüzünüzden gülümsemeyi eksik etmeyecek bir kitap arıyorsanız Kör sizlere önerilerim arasında.




"Bazen gözlerimi açabilmeyi çok istiyorum.Sadece...tek bir kereliğine bile olsa...Böylece...her şeye son bir kez bakabilirdim."

15 Nisan 2017 Cumartesi

KUSURSUZ EVCİL - KİTAP YORUMU ( PERFECTED #1)




ARKA KAPAK

“ Kusursuz olmanın bir bedeli vardır...”
        İnsanların genetiklerinin değiştirilip “evcil”
olarak satılmalarına izin veren yasa çıkar çıkmaz,
varlıklı ve güçlü aileler Ella gibi güzel kızları satın
almak için harekete geçmişti.
      
       Doğumundan itibaren zarif, ağırbaşlı ve her
şeyin ötesinde “kusursuz” olmak üzere eğitilen bu “aile dostları” sahiplerinin evlerine lüks bir hayat yaşamaya hazır olarak giriyorlardı.
      
       Ella, bir milletvekilinin küçük kızının arkadaşı olarak geldiği yeni evinde,yakışıklı ve asi Penn ile karşılaşmayı
beklemiyordu. Penn, kusursuz görünümünün altında yatan kızı görebilen tek kişiydi. Ona âşık olmak, Ella’nın bildiği her kuralıçiğnemesi anlamına geliyordu.
   
    “Kusursuz Evcil” insan olmanın anlamına ürperticibir bakış, aşkın göz kamaştırıcı gücünün bizi nasıl özgür
bırakabileceğinin şaşırtıcıbir hikâyesi.





YORUM


"Güçlü adamlar oyuncaklarından kolay sıkılır. Bir evcil sonsuza kadar yeni kalamaz. En güzel şeyler bile, bir süre sonra sıradan gelmeye başlar."




Kusursuz Evcil, modern zamanda geçen bir kölelik hikâyesi. Genetiği değiştirilmiş insanların içinde olan, 12 yaşından itibaren kusursuz olmak için eğitim gören Ella'nın 16 yaşına gelince bir milletvekiline satılıp yeni hayatına alışmasını anlatıyor kitabımız.

Her ne kadar köle olarak görülseler de satılan evcillerin tek amacı güzel görünmek, bir süs bebeği gibi oradan oraya savrulmak. Ancak bunun birçok bedeli de var ki benim kitapta en rahatsız olduğum noktalardan biri bu. Çünkü hiç kimse parasını verdiği, işine yaramayan, sadece öylece duran bir şeyi sevmez. Eh, Kusursuz Evcil'de de bu olay başından itibaren insanın gözüne gözüne sokuluyor. Her ne kadar ortada duran "acımasızlığı " yazar gözler önüne seremese de okuyucu belanın yavaş yavaş geldiğini, Ella'nın saf düşüncelerinden bile çıkarabiliyor.

Kusursuz Evcil, okuyucuya alt yapısı yansıtılmamış bir distopik roman. Kurulan düzeni, nasıl olduğunu, olacağını bir şekilde biliyoruz ancak çıkış noktasını, Evcillerin neden ortaya çıktığını, köklerini hiçbir şekilde okuyamıyoruz. Rahatsız edici bir nedeni, acımasız tarafları var; bunu bir şekilde tahmin ediyoruz ancak ana karakterin evcil olması ve hiçbir bilgiye sahip olmadığını bildiğimiz için kısa kısa ipuçlarından başka hiçbir şeye sahip olamıyoruz.

Bu yüzden de olağan kurgunun gidişatından çok sonunda ortaya çıkışın öyküsünü bekledim ben. Sonu tatmin etmedi açıkçası. Bir şekilde ikinci kitapta sorularımın cevabını bulacağımı umuyorum bakalım.

Sonuç olarak Kusursuz Evcil rahatsız edici konusu, saf aşk hikâyesi ve karakterleri ile ilgimi çeken distopyalardan biri oldu benim için.
Devamını heyecanla bekliyorum.

12 Nisan 2017 Çarşamba

DEMİR KRAL - KİTAP YORUMU ( THE IRON FEY #1 )



ARKA KAPAK

Evde ve okulda çevresine uyum sağlayamayan Meghan on altıncı yaş gününde hayatında bir terslik olduğunu hisseder. Karanlık bir yabancı onu izlemeye ve muzip dostu aşırı korumacı davranmaya başlamıştır. Ancak gerçek, bütün tahminlerin ötesindedir; genç kız, efsanevi bir peri kralının kızı ve ölümcül bir savaşın en önemli piyonudur.

Bu gerçekle yüzleşen Meghan, kardeşini perilerden kurtarmak, hiçbir perinin yüzleşemeyeceği gizemli bir canavarı durdurmak ve doğuştan hakkı olan güçleri yönetmek için ne kadar ileri gidebileceğine kendi bile şaşıracaktır. Bu macerada ona tuhaf bir ekip eşlik edecektir: en yakın dostu, fazlasıyla ilgili ve şakacı Puck; sürekli ortadan kaybolan kedi Grimalkin… Ve yasak aşkın vücut bulmuş hali, soğuk kalpli Prens Ash. 

"Demir Kral, fazladan romantizmle birlikte Alice Harikalar Diyarında, Narnia Günlükleri ve Yüzüklerin Efendisi 'nin sihrini, hayal gücünü ve macerasını yaşatıyor."
-Justine-

"Demir Kral 'ı mutlaka okumalısınız."
-Gena Showalter-




YORUM


“Sanırım bizi yalnızca itibarımı feda ederek kurtarabilirim. Sevgi için nelere katlanmak zorundayım. Kader tanrıçaları çektiğim işkenceye gülüyor olmalılar."




Demir Kral, benim için karakter açısından oldukça zayıf ama kurgu açısından oldukça kaliteli bulduğum seri başlangıç kitaplarından birisi oldu.

Kitabımız 16 yaşına giren Meghan Chase'ın yaş gününde hayatında bir terslik olduğunu hissetmesi ve garip yaratıklar görmesi ile başlıyor. Gördüğü bu garip yaratıklar küçük kardeşini kaçırınca gerçeklerle yüzleşen Meghan, efsanevi bir peri kralının kızı ve ölümcül bir savaşta piyonlardan biri olduğunu öğreniyor. Kardeşini kurtarmak, gizemli canavarları durdurmak zorunda olan Meghan, kendini peri diyarında, gizemli bir prens ve en yakın arkadaşı Puck ile maceranın ortasında buluyor. 


Kitap başta da dediğim gibi karakter açısından oldukça zayıf ama serinin ilk kitabı olduğu için ana karakterin de yaşı itibariyle davranış şekillerini ben bir şekilde göz ardı ettim. Çünkü bana göre oldukça orijinal bir kurguya sahip.

Hiçbir şekilde tahmin edilemez, heyecanın bir an bile durulmadığı, adını daha önce duymadığımız fantastik öğelerle bezeli eğlenceli diliyle kolayca okunan bir kitap Demir Kral. Bir de üstüne azıcık ucundan imkânsız bir aşk ve eğlenceli en yakın arkadaş faktörü de eklenince tadından yenmiyor açıkçası.

Uzun süredir bir kitabı okurken bu kadar eğlendiğimi, heyecanlandığımı hissetmemiştim. Yazarın espri kalitesi, en sevdiğim karakter olan Puck ile birleşince kahkahalara boğan diyaloglar, eğlenceli bir fantastik kurgu ortaya çıkmış.
Özellikle sonunun okuru çıldırtacak bir heyecanla bitirilmesi beni oldukça tatmin etti. Bu ay serinin diğer kitaplarını da okuyacağım muhtemelen. Eğer siz de yaş faktörünü ve ana karakterin gıcıklığını göz ardı edilen, kurgunun heyecanına, eğlenceli diline kendinizi bir şekilde kaptırabileceklerdenseniz Demir Periler serisinin ilk kitabı Demir Kralı sizlere öneririm.

27 Şubat 2017 Pazartesi

KUĞU VE ÇAKAL - KİTAP YORUMU ( KATİLLER ÇETESİ #3 )


ARKA KAPAK


“Muazzam bir kitap daha”
 -The Book Enthusiast

“Kesinlikle çok çarpıcı. Beklentilerimin çok ötesinde.” 
-Nikki Arivel Larazo

“Başından sonuna kadar harikaydı. Bir sonraki kitabı dört gözle bekliyorum.” 
-Catherine Duffy


Fredrik Gustavsson hiçbir zaman aşka inanmamış ve kimsenin karanlık hayatını kabul edebileceğini düşünmemiştir. Ta ki en az kendisi kadar tekinsiz Seraphina’yla karşılaşana dek... Fredrik ve Seraphina beraber dopdolu iki sene geçirmiş ve aşkın en karanlık halini tatmıştır. 
Fakat bir gün Seraphina Fredrik’i geride bırakıp kayıplara karışır. 

Gelgelelim Fredrik Seraphina’yı bulmaya kararlıdır.  Fredrik’in elindeki tek koz ise Cassia adında, hafıza kaybı yaşayan masum bir kızdan başkası değildir. Fredrik’in Cassia’nın yaşananları hatırlaması için çabalamaktan başka şansı yoktur. Ve bu esnada hiç umulmadık olaylar yaşanır ve Fredrik kendini türlü açmazın içinde bulur. 

Katiller Çetesi’nde macera Sarai ve Izabel’in ardından devam ediyor, gerilim iyiden iyiye tırmanıyor. Kuğu ve Çakal J.A. Redmerski’nin dünya çapında büyük yankı uyandıran serisinin üçüncü kitabı.



  • YORUM


  • 🔥"Benim güzel kuğum...

  • Kurtarıcım ve felaketim." 

    Kuğu ve Çakal , sanırım bu sene okuduğum en karanlık , en delirtici , en şaşırtıcı ve en kalp kırıcı kitaplardan biri olma özelliğine sahip.

    Serinin ilk iki kitabında yaptığım yorumları okuduysanız eğer en büyük şikayetimin yazarın karakterlerinin ruhsuz bir şekilde aktarılışıydı. Hiçliğin Kıyısında gibi saf romantizmi , hissedilebilir karakterleri içinde barındıran bir kitap yazan yazarın bu seride neden bu kadar ruhsuz karakterler yazmasını irdeleyip durmuştum .

    İkinci kitabın yani Sarai'nin hikayesinde bir şekilde bu durumun aslında kitabın genel özelliği olduğunu anlayıp , bir şekilde de bu özelliği sevdiğimi söylemiştim. Çünkü karakterleri saf romantizm havasında okumak aynı tadı vermezdi .

    Kuğu Ve Çakal yani serinin 3. kitabı ayrıca Fredrik 'in hikayesi olması sebebi ile oldukça ilginç özelliklere sahip .

    İlk iki kitap da şikayetçi olduğum ruhsuz , hissiz karakterler burada Fredrik'e zıt olarak tam tersi bir çizgi çiziyor. Yazar , resmen okuyucuyu şaşırtarak canım sadist Fredrik'imizi duygusal , sorunlu , azıcık birazcık romantik bir adama çevirmiş .
    Ve bu dönüşümü kitabın karanlık , sırlarla dolu dünyasına yakıştırdığımı söylemeliyim.
    Her şeyin dozunda oluşu , Fredrik'imizi ruhsal çözümlemelerini , Cassia 'ya olan bağlılığına inat , Serephina 'ya olan karanlık tutkusunu okumak bana zevk verdi.

    Kitabı sırf Fredrik hikayesi olarak alıp okumak bence yanlış. Seri ara kitabı değil direkt serinin bir kitabı olduğu için ilk iki kitapta ki olaylar tam gaz devam ediyor.

    Aynı heyecanla , aynı aksiyonla.

    Kisacası Fredrik'in hikayesinin yanında Victor ve İzabel'in örgütünü ve diğer üyeleri okuyoruz.

    Kuğu Ve Çakal her ne kadar Dark-Romance , aksiyon türüne girse de benim içimdeki duygusal kızın kalbine çelikten yumruğunu geçirdiğini söylemeliyim. Özellikle son 50 sayfa ciddi anlamda kalbimi kırıp beni gözyaşlarına boğdu.

    Zaten kitabı sevmeme , ona farklı bir gözle bakmamı sağlayan özelliklerinden biri de bu.
    Tüylerinizi diken diken eden sırlarıyla , karanlık bir aşkın hikayesini okumak ve bunu aksiyon ve dram ile birleştirmek Kuğu Ve Çakal bence eşsiz kılmış.


  • Beni hayretlere düşüren , kalbimi paramparça eden o son benim için efsaneydi. Ne eksik ne fazla. Tam Gustavsson 'a yakışacak biçimdeydi.
    Severek , ağlayarak , Fredrik'e saygı duyarak okuduğum bu güzelim kitabı sizlere kesinlikle öneriyorum.

    Puanım : 4,5/5 
 

Hunharca Okuyan Kız Template by Ipietoon Cute Blog Design and Bukit Gambang