ARKA KAPAK
Zaman yoktu. Dakikalarım mı vardı, saniyelerim mi yoksa daha da mı azı, bilmiyordum. Omzumda küçük bir çanta vardı. Elimi içine atınca kalem değilse de bir ruj buldum. Titreyen parmaklarla kapağını çıkardım ve ara sokaktaki duvara yapıştırılmış eski postere yazmaya başladım. Bu, iletmem gereken mesaj ve benden geriye bir şey kalmayınca hatırlamam gereken tek amaçtı:
PAUL MARKOV’U ÖLDÜR.
MARGUERITE CANE dâhi fizikçi ebeveynleri sayesinde bilimsel teorilerle büyümüştür. Ama hiçbiri, annesinin son icadı olan ve boyutlararası yolculuk yapmaya yarayan Ateşkuşu kadar şaşırtıcı değildir.
Marguerite’in babası cinayete kurban gittiğinde tüm deliller tek kişiyi göstermektedir: Ebeveynlerinin gözde öğrencisi, sırlarla dolu Paul. Mükemmel cinayeti işlemiş gibi görünen genç adam, polis ona ulaşamadan başka bir boyuta kaçar. Ama Marguerite’i hesaba katmamıştır. Genç kız çeşitli boyutlarda Paul’ün peşine düşer. Babasının cinayetinin arkasında yatan gerçekler yavaş yavaş gün yüzüne çıkarken Marguerite yaşanan ihaneti tekrarlamaya mahkûm olur.
Genç kız bambaşka yaşamlardan geçerken –Çarlık Rusyası’nda bir grandüşes, fütüristik Londra’da parti meraklısı bir yetim, okyanusun ortasındaki bir istasyonda yaşayan bir mülteci– tehlikeli olduğu kadar karşı konulmaz bir aşka kendini kaptıracaktır.
“Macera, bilimkurgu ve romantizmin bu müthiş karışımı geniş kitlelere hitap edecek.”
-School Library Journal -
“Aksiyon dolu bir ilk kitap… Gray bilimkurgu, tarih ve modern öğeler arasında yol alıyor.”
-Publishers Weekly -
İlk görüşte aşka inanmadığımı söylerken ciddiydim.Bir insana gerçekten, cidden aşık olmak zaman alırdı.Öte yandan ana inanırdım.Birinin içinde ki gerçeği gördüğünüz, onun da sizin içinizdeki gerçeği yakaladığı o an. O anda, artık sadece ve tamamen kendinize ait olmazdınız.Bir parçanız ona ait olurdu, onun bir parçası da size. Sonrasında ne kadar isterseniz ve ne kadar çabalasınız da o parçayı geri alamazdınız.
YORUM
Büyük umutlarla başlayıp beni hayal kırıklığına uğratan kitaplarda bugün, diye başlamak istiyorum Bin Parça Sen hakkında düşüncelerimi aktarmaya.
Yayınlanacağını duyduğumdan beri Bin Parça Sen'i, hem arka kapak yazısı hem de kapağının dikkat çekiciliği ile hemen sepete atmış, ön siparişe düştüğü anda da alıvermiştim. Eh, bu kadar hızlı aldığım gibi de listemdeki kitaplara bir süre ara verip hızlıca okumaya başladım. Ve kitap, ciddi söylüyorum, ben ne kadar hızlı elime aldıysam o kadar hızlı başladı. Birdenbire kurgunun içine dalıp kitapta belki de en sevdiğim olaylardan biri olan akıcılığı ile hızlıca okutturdu kendini.
Bin Parça Sen, ebenveynlerinin tüm hayatları boyunca boyutlar arası yolculuk yapmaya yarayan Ateşkuşu'nu icat etmeye çalışmasını izleyerek büyüyen Marguerite'ın, babası cinayete kurban gittiğinde, tüm delillerin tek bir kişiyi gösterip suçlu bulduğu, ebeveynlerinin gözde öğrencisi olan Paul Markov'un peşinden intikamı için boyutlar arası bir maceraya koyulmasını konu alıyor. Bu boyutlar arası yolculukta, her boyutta farklı bir Marguerite'a rastlayan kahramanımız, tam olarak gizemi çözülememiş bir alet olan Ateşkuşu'nu açığa çıkarmaya, hem de babasının ölümünün ardındaki gizemi çözmeye çalışırken türlü zorluklar ile savaşırken buluyor kendini.
"Bütün evreni öğrenmemi mi istiyorsunuz?"
"Sizin için öğrenirim."
Bin Parça Sen, 348 sayfa boyunca bir an bile maceranın, heyecanın kesilmediği oldukça hareketli bir roman. En başından beri sırlarla dolu bir kitaba başlıyorsunuz ve sonuna kadar hatta sonunda bile bu sırların çözülmeye çalışılırken bile daha da karmaşıklaştığını hissediyorsunuz. Bu yüzden kitap boyunca diken üstünde, eliniz kalbinizde okuyabileceğinizi söyleyebilirim kitabı.
Tahmin ettiğiniz şeyler az çok çıkıyor ama, bu yüzden ana konunun gerçekten özgün olduğunu fakat kurgu ilerleyişinin zayıf olduğunu düşünüyorum ben. Belki de boyutlar arası yolculuk konusu hakkında kitap okumadığım için de olabilir tam olarak bilmiyorum ama bu konu, yani yolculuk konusu, kitabı okurken beni heyecanlandıran yegâne şeydi diyebilirim.
Ama tüm bunların dışında yani bu boyutlar arası yolculuk dışında kitapta beni kalbimden vuran, işte bu kitabın büyüsü bu dediğim hissi, kitap boyunca arasam da bulamadım maalesef. Bin Parça Sen'i tamamen bilimkurgu içeriğine sahip olduğu için almadım ben. Bu kitabın içinde az çok "aşk" konusunun işleneceğini tahmin ediyordum. İşlendi de zaten. İlk başta gayet masum bir şekilde, okuyucu kendine hayran edecek kadar güzel hem de. Ancak bu nahif duygu aktarımının yazar tarafından, ana karakterinin eline bir bıçak verip katlettiğini düşünüyorum.
Bu katledilen duygular hakkında uzun uzun konuşmayacağım ancak kısa bir şekilde beni neden rahatsız ettiğini açıklamak istiyorum ki bir fikriniz olsun. Kitabın başında nefret ve üzüntü dolu bir ana karakter ile karşılaşıyoruz biz okuyanlar. Ancak bu iki olumsuz duygunun dışında karakterin kendince birilerini aklamaya çalıştığını, peşinde olduğu şeyin bir parça olsa bile suçsuz olmasını umut ettiğini de okuyoruz.
Kitap boyunca da bu zıt duyguların patlama noktasına gelip bizi duygularının nahifliğine inandırmasını ve kalbimizi çalıp kitaba farklı bir yönden bakmak da istiyoruz. En azından ben böyle bir şey bekledim. Ancak ana karakterimiz Marguerite o kadar tutarsız bir karaktere dönüştü ki sayfalar sonra en başından ne hissettiğini ve sonra neler hissedeceği benim için önemsiz bir hâle geldi. Çünkü karakterin bencilliği ve zayıf duygusal patlamalarını okumak bu kadar güzel bir kitabı bana göre katletmişti. Eh, bu yüzden de ne aradım ne buldum olayını bolca yaşadım Bin Parça Sen'de.
Ama bu söylediğim nedenler dışında ana konunun özgün oluşu ve okunabilirliği açısından sevdiğimi söyleyebilirim kitabı. Sadece büyük umut etmemek gerektiğini düşünüyorum.
Eğer sizler de bilim kurgu ve romantizmin harmanlandığı akıcı kitaplar arıyorsanız ve farklılıkları her daim kovalayanlardansanız Bin Parça Sen'i okumanızı öneriyorum. Umarım benim arayıp bulamadığım hissi sizler yakalarsınız.
Sevgiler 💗
0 yorum:
Yorum Gönder