12 Nisan 2020 Pazar

DÜŞLERİNİ YAKALA - KİTAP YORUMU



YORUM


"Başka birinin acısına yaklaştıkça kendi acımı daha derinden hissediyordum. Üstelik acı, kapısı ya da penceresi olmayan bir yerdi. Hiç kaçışı yoktu." 


Düşlerini Yakala, bu sene içerisinde okumaktan en keyif aldığım kitap olabilir. Yazarın bizde çıkan ilk kitabı Renkli Göğün Altında geçen sene favorilerimden biriydi. Yani ne yazsa okurum dediğim yazarlar içerisine girdi diyebilirim. Duygu geçişleri, romantizm dozu, değindiği hassas toplumsal sorunları kurgusuna yedirerek nahif bir şekilde vermesi diğer kitaplardan ayırıyor bana göre.

Düşlerini Yakala da Amerika da azınlık olarak bulunan Çin halkından bahsediliyor. Kendilerine ayrılmış mahallede yoksulluk ve ırkçılığa maruz kalan Mercy, iş kurma hedefininin ilk hedefi olan bir kız lisesine kayıt olması ile başlıyor. Ama sonra bu hedefi yerle bir edecek bir olay oluyor. Bir deprem. Ve kitabımız bu olayla şekilleniyor, evriliyor ve okumak daha keyifli hale geliyor.

Benim okumaktan en rahatsız olduğum konu ırkçılıktır. Okurken beni üzer bu konu. Çok hassas ve üzücü bir olay bana göre. Düşlerini Yakala da bu konu üzerinde döndüğü için kalbim kırıla kırıla okudum. İnsanların ten rengi yüzünden bir takım haklardan mahrum bırakılması Mercy üzerinden çok çarpıcı bir şekilde verilmişti. Azmi, cesareti ve sevgi dolu kalbiyle yavaş yavaş insanların gözlerinde kendini ispat etmesi kitapta en sevdiğim şeydi diyebilirim.

Ben sonunu okurken daha farklı hayal ettiğim için sonu için az buçuk hayal kırıklığı yaşıyorum. Bunun dışında aşırı keyifli, çok güzel konulara değinen, aklımda uzun süre yer edinecek kitaplar arasına girdi. Canı gönülden öneririm.

Sevgiler

GÖLGE VE KEMİK ÜÇLEMESİ (The Shadow and Bone Trilogy)

GÖLGE ve KEMİK



Gölge Ve Kemik, uzun zamandır okuma listemde olan fakat bir türlü elimin gitmediği kitaplardan biriydi. Geçen aylarda eski baskılarını çok ucuza bulmam dolayısıyla elime geçince serinin ilk kitabını yani Gölge Ve Kemik'i okudum ancak beğendim mi tam emin değilim işte.

Kitabın fantastik dünyası çok farklı. Bir süre uyum sağlamakta zorlandım çünkü yazar evreni tanıtmaktansa konuya girip karakterleri maceradan maceraya savurmayı uygun bulmuş. Ancak ben bunu doğru bulmadım işte. Fantastik serilerin ilk kitaplarında var olan evreni yazarların kurguya yedirerek tanıtması taraftarıyım ben. Böylece hem kurguyu hem de evreni ilk kitabın sonunda öğrenmiş oluyoruz. Ancak dediğim gibi Gölge Ve Kemik de bu yoktu. Küçük ayrıntılara yer verilmese kurgu tam bir muammaydı.

Kitapta bir diğer sıkıntım ise karakterin çelişkili davranışları. Yani tamam ergen karakterlerin mantıksız davranışlarına alışkınız ama bu serideki iki karakterdi afedersiniz ama salaktı yani. ( Bu düşüncem hiç değişmedi hiç.) Kitabın benim için en iyi tarafı ise hiç kuşkusuz Karanlıklar Efendisi'ydi.

İçinde minnoş bir kalbi barındırsa da haysiyetsiz bir şerefsiz olan bütün kötü karakterlere bayılıyorum. Of şerefsiz, ahlaksız, bencil, sayko karakterler benim arşım sanırım. Muhtemelen bu seride aradığımı bulamayacağım ama seviyorum seni Karanlıklar efendisi :') #teamthedarkling


2. Okuma

( Yorum yazacaksam iki okumada da düşüncelerimi görün diye diğer yorumu hiç değiştirmeden ekledim. Bu yeni yorum 😂) Ya bir şey diyeyim mi ben kitabı zamanında okumamışım yüksek ihtimalle. Bazı kitapların zamanı vardır işte Gölge Ve Kemik o gruba giriyor. İlk okuduğumda akıcı olmamasından, konuyu anlamamaktan şikayetçiydim ama şimdi bir günde çok da rahat, anlayarak okudum. Hatta karakterlerden nefret ettiğimi bile düşünmüştüm. Malyen bir sıfır yenik başlamıştı. Şimdi o kadarda değil ya diyorum. Tamam ikisi de salak ama fantastik genç yetişkinlerin klişesi gibi bir şey salak karakterler bana göre. Neyse hala #teamthedarkling.




KUŞATMA VE FIRTINA 

"Kendine dikkat et, Nikolai," dedi Malyen sakin bir sesle. "Prenslerin de herkes gibi kanı akar."

Nikolai kolunu, üzerine toz konmuşçasına silkeledi. "Evet," dedi. "Onların kanı daha güzel elbiselerde akar."

Normalde serilerin ikinci kitaplarına yorum yazmak çok zordur. Çünkü ilk kitabın büyüsü kaybolmuş, kurgu asıl yere doğru giderken tuhaf bir durgunluğa, hareket etmeden hareket edebilmeye başlamış bir nevi ikinci kitap klişesine dönmüştür. Söyleyecek söz bulmak zordur çünkü aslında kitapta hiçbir şey olmamıştır. Sadece devam etmektir görevi. Ama Kuşatma Ve Fırtına bana o ikinci kitap klişesini yaratmadı. Tamam yine büyük olaya giderken olan durgunluk vardı ama bu kitap hakkında söyleyeceklerim daha fazla sanki.

Fantastik bir dünya var ortada ve bu fantastik dünya daha da güçlenmiş, en kötü karakteri daha kötü, en iyi karakteri daha iyi bir gibi benim en nefret ettiğim şeyi de yapmamış. Herkes bence kendince kötü ve kendince bencil. Kitabın bana bunu yansıtması da en iyi olayı diyebilirim.

Şimdi gelelim en esas konuya, aslında oturup düşündüğümde tamam sevdim ama karakterlerine asla tahammülüm yok bu kitabın. Mahalle yanarken birisi Zoya ve öpüşmek derdinde birisi de güvensizlik, eziklik çıtasını yükseltme derdinde. Ulan demezler mi adama sen bu kızla büyüdün, yanında her haltı yedin, kız kendini tamamen yalnız hissedip üstünde bu kadar yük varken mi kıskanmak, saçma bir sahiplenme hastalığına kapılmak aklına geldi. Allah'ın GERiZEKALISI, mal malyen yüzünden kitabı fırlatıp atayım mı yoksa Alina'yı sarıp sarmalayım mı bilemedim. Onunla birlikte üzüldüm, kırıldım. Ama onun gibi affedemem ben Malyen'i. Leş ve ezik erkek karaktere zerre tahammül edemiyormuşum ben bu kitapta kesin olarak anladım bunu.

Hala içimde bir umut Karanlıklar Efendisi'nin aslında çok iyi çok minnoş adeta bir sevgi pıtırcığı olduğu hayalini kuruyor ama ikinci erkek karakter aşkımı Nikolai de kullanıp Mal Malyen'i öldü kabul ediyorum an itibariyle.

Ve son olarak hala #teamthedarkling . Yak yık ortalığı haşin yarim.



ÇÖKÜŞ VE YÜKSELİŞ

"Aleksander," diye fısıldadım. Bir çocuğun adıydı bu. Artık kullanılmayan. Neredeyse unutulmuş."


Bir seriyi karakterlerine göre değerlendirmek benim en nefret ettiğim özelliklerimden birisi. Düzeltmek için hiçbir şey yapmamakla birlikte okuduğum her kitapta bu olay daha da katlanıyor sanki. Çöküş Ve Yükseliş ise zirvesi oldu bana göre. Çünkü kitabın ana karakterlerine zerre saygım, sevgim yok. Hepsini tükettiler sağ olsunlar.

Serilerin final kitapları genellikle hareketli olur. Çünkü ikinci kitabı olağan bir durgunluğa erişmiştir ve kurgunun heyecanlı olması gerekir. Ama Çöküş Ve Yükseliş de bu yoktu. Olabildiğince yavaş ve doyurucu işlendi kurgu. Yavaşlıkta bir sorunum yok hatta bu olayı sevdim bu seride. En başından dediğim gibi benim en büyük sorunun maalesef bu serinin karakterleri.

Bana deselerdi ki, Büşra en nefret ettiğin tüm özellikler bir karakter de toplanmış hatta bir de ana karakter olmuş bu herif, bu seriye zerre dalmazdım. Ama şöyle bir şey var ki evreninin iyi yaratıldığını o kaotik ortamı çok sevdiğimi açık yüreklilikle söyleyebilirim. Hatta bir ara keşke bitmese bir kitap daha rahat okurdum diye düşündüm. (malyene rağmen). MALyen demişken ona verilen misyona zerre tahammül edemedim. Sadece aklamak için yapılmış onlarca şeyden biriydi. Yazarın torpilli karakteriydi zaten geçen üç kitapta da bunu bariz belli etti. Kitapta tonla karakter onun için harcandı. Prensten tutun kitabın en sevdiğim karakteri olan Karanlıklar Efendisi'ne kadar. 
İlk defa bir seri de en sevdiğim karakteri serinin en kötüsü denilebilecek ama bana göre asla olamayan bir adam. Tutarsız, sümsük, meymenetsiz bir karakterdense kitabın başından sonuna kadar tutarlılığı ve doğrucu davutluğu ile kalbimi çalan Karanlıklar Efendisi'ni okumayı yeğlerdim. Hep kalbimde olacak. Onun kadar üzüldüğüm bir başka karakter olmadı sanırım.

Fantastik sevip, tutarsız, salak, gereksiz, fazla meymenetsiz karakterlere göz yumarım diyenlerdenseniz gözüm kapalı öneririm bu seriyi. Ama şöyle bir şey var ki bittiğinde duvar yumruklamalı bir seansa hazırlamalısınız kendinizi.


Sevgiler.

SEVİP SEVMEDİĞİME BİR TÜRLÜ KARAR VEREMEDİĞİM 2 KİTAP ( JANE STEELE VE ALİCE HART'IN KAYIP ÇİÇEKLERİ)


YORUM

Alice o günü, hayatını geri dönülmez şekilde değiştiren gün olarak hatırlayacaktı her daim, ancak anlaması yirmi yılını alacaktı: Hayat ileriye dönük yaşanır ancak geriye dönük algılanır. Tam ortasında dururken manzarayı görmek mümkün değildir.

Alice Hart'ın Kayıp Çiçekleri'ne başlarken beni bu kadar üzüp yıpratabileceğini düşünmüyordum. Cıvıl cıvıl bir kapak, çiçeklerle dolu rengârenk bir konu nasıl bu kadar yorabilir ki insanı değil mi. Ama kitabı bitirip kapağını kapattığımda gerçekten yorulduğumu, kitabın kapağına tezat o kapkaranlık atmosferinin beni yıprattığını farkettim. Alice Hart'ın Kayıp Çiçekleri'ne bir iyileşme hikâyesi, küçük bir kızın kendini bulma yolculuğu diyebilirdim eğer son 100 sayfayı okumasaydım. Ancak yazar kendi içinde bir tezata düşmüş ki kitabımızın kahramanı Alice Hart iyileşecekken kendisini kısır bir döngü içinde buldu. Ve bu hüzünlü bir olaydı benim için. Kadının hayatına yön verebilmesi için onu çevresinin kurguladığı bir hayata mahkum etmek, bundan kurtulduğunda başına gelen her şeyin bir anda yine en baştan tekrar etmesi.

Var olabilmek için geçmişine mi sırtını dönsün, geleceğini mi kucaklasın bir türlü karar veremedik hem yazar hem de okur olarak. Ve bu eziyetti bana göre. Hem okura hem de o kadar yükün altında kalmış ana karaktere. Kitabın beni yoran kısmı da buydu işte. Bunun dışında tam bir çiçek cahili olduğum için bölüm başlarında yer alan çiçek adları, ne anlama geldikleri (bu kurgu olsa bile) benim için bulunmaz bir nimetti.

Alice Hart'ın Kayıp Çiçekleri aşırı güzel, etkileyici bir roman değil. Gerçekçilik boyutu hem yüksek hem de bir parça fantastik (kurgu fantastik değil, yaşanılanlar gerçek dışı) bir hikâye bana göre. Yazar bütün tezatlıkları kitapta vermiş. Bunun bilincinde okursanız seversiniz diye düşünüyorum.

Sevgiler.



YORUM

"Anneme yeniden kavuşmak için cehenneme gitmem gerekiyorsa,o halde öyle olsun.Ben de bir başka ete kemiğe bürünmüş felaket olacağım o halde.Ama gayet güzel bir felaket." 

Jane Steele, Jane Eyre'nin nahif ortamının aksine daha korkunç, daha acımasız ve daha karanlık bir hikayeye sahip. Antikahraman bir ana kadın karakterimiz var aslında. Yaptığı şeyler kendince doğru olsa da toplum nezdinde kabul görmüyor. İnsanların kötülüklerini Jane Eyre'nin sakın affediciliği ile asla kabullenmeyip adeta kendi öyküsünü yaratıyor.

Hem tuhaf bir akıcılığa hemde akıllara ziyan bir durgunluğa sahip. Bütün zıtlıklar kitapta toplanmış gibi. Jane Eyre seven, onun bambaşka bir tarafına farklı gözle bakmak isteyen okuyuculara tavsiyemdir.


ISKARTA - KİTAP YORUMU ( Unwind Dystology #1)



ARKA KAPAK

Hayatı sona erdirilecek ama başka formlarda vücut bulacak gençler...
Iskarta işleminden kaçış yok!
 
İkinci İç Savaş, üreme hakları yüzünden çıkmıştır. Çocuğun hayatının, ana rahmine düştüğü andan on üçüncü yaşına kadar sonlandırılması yasaklanmış, bu ürpertici kararla savaş sona ermiştir. Ancak anne babalar, on üç ve on sekiz yaşları arasındaki çocuklarını ıskartaya çıkarabilir, ıskarta işleminin sonunda çocuğun tüm organları başkalarına nakledilir. Dolayısıyla hayat teknik açıdan son bulmaz.
 
Connor anne babasının bir türlü kontrol edemediği bir çocuktur. Risa devlet himayesinde büyümüş ancak hayatta tutulacak kadar yetenekli bulunmamıştır. Lev ise ıskartaya çıkarılmak için büyütülmüştür. Birlikte kaçma, hatta belki de hayatta kalma fırsatları olacaktır.



YORUM

"Her halükarda, hiçbir zaman öyle büyük biri olamayacaktım. Ama şimdi, istatistiksel olarak konuşursak, bir parçamın dünyanın bir yerlerinde başarılı olma şansı var. Tamamen ise yaramaz olmaktansa en azından kısmen büyük olurum."

Iskarta, uzun zamandır okumadığım distopya açlığıma ilaç gibi gelen, karakterleri, kurgusu, gidişatı hemen hemen her şeyi ile bu sene içerisinde okuduğum en iyi kitaplardan biriydi. 
Kitabımız korkunç bir distopik  evrene sahip. Üreme hakları yüzünden çıkan iç savaş nedeniyle bir kanun oluşturuluyor. Bu kanuna göre halk kendi çocuklarına ya da kapılarına bırakılan rastgele her çocuğa bakmak zorunda ama bu çocuklar 13 -18 yaşları arasında eğer aileler isterlerse ıskartaya çıkarılıyorlar. Yani bir nevi zorunlu organ nakline. Canice katledilip ülkede hasta, ihtiyacı olan bireylere çare oluyorlar.

Kitabımızda Iskarta'dan kaçan üç çocuğun öyküsü. Birisi anne ve babası tarafından istenmiyor, bir diğeri dini sebepler yüzünden kendisini buna mecbur hissediyor en sonuncusu ise yetimhanede büyüdüğü ve farklı bir meziyeti olmadığı için devlet tarafından gözden kaçırılmış. İşte bu üç ana karakterin gözünden okuyoruz biz Iskarta'yı. Ve hangi gözden okursak okuyalım acayip korkutucu geliyor evren bize. Düşünsenize kendi anne babanız birden yok yere sizi öldürmek istiyor, benden bu kadar sana bakamıyorum diyor. Ve sistem o kadar korkutucu ki ıskartayı aslında çocuklarını öldürmek olarak görmüyorlar. Sadece başkalarına ilaç olduklarını düşünüyorlar. Nereden bakarsak bakalım korkunç ve acımasız bir sistem. Özellikle çocuklar üzerinden ilerlemesi bana göre tüyler ürpertici.

Iskarta, karakter açısından çok zengin bir kitap. Her karakterin gözünden okuyoruz biz kitabı ayrıca. İlk önce bu durum beni rahatsız etse de sonuca giden süreçte neden gerekli olduğunu ve böyle yapılmasının doğru olduğunu daha iyi anladım. Seri olmayıp tek kitap kalsa bence güzel olurdu ama daha gelecek üç kitap daha var. Ama evrene doyamadım da bundan eminim.

Özellikle distopya seven okurlara, farklı bir bakış açısı kazandırması açısından önerimdir.

Sevgiler 💙

ACI ÇİKOLATA - KİTAP YORUMU


ARKA KAPAK

Yemek pişirerek, yemek yiyerek, yemekler aracılığıyla aşk ilanı, tinsel ve tensel iletişim gerçekleşebilir mi? Laura Esquivel, "Acı Çikolata" ile, içinde yemek tarifleri, aşk öyküleri ve kocakarı ilaçları bulunan bu romanla bu iletişimin gerçekleşebileceğini kanıtlıyor. Yüzyıl başlarında Meksika'da devrim, eski kolonyal toplumun son kalıntılarını temizlerken, aile geleneğine göre evlenmesi olanaksız, ama buna karşın Pedro'ya delicesine tutkun Tita, yemek yapmayı aşkının iletişim aracına dönüştürüyor. Laura Esquivel bu olanaksız aşkı yemek ve kocakarı ilaçları tanımlarıyla dile getiriyor ve sarsıcı, büyüleyici bir dille bu aşkın ezgisini yaratıyor; yarım kilo soğan, iki baş sarmısak, bir tutam fesleğen, romanın her satırından fışkıran yakıcı aşkın simgesine dönüşüyor. Yazarın ironik, neşeli ve yumuşak bir dili var; yaşam sevgisi ve tensel aşk bu dil içinde büyülü gerçekliğe bağlanıyor. Hiçbir kadın yazar, kadın dünyasını bu düzeyde dile getiremedi. Kısa zamanda on beş dile çevrilen ve yazarın senaryosuyla sinemaya aktarılan, filmi ülkemizde de büyük ilgiyle karşılanan "Acı Çikolata", başta Meksika ve ABD olmak üzere yayımlandığı her ülkede satış rekorları kırdı. Bir kez okumakla yetinemeyeceğiniz bir roman.




YORUM



Hepimiz, içimizde bir kutu kibritle doğarız. Ama tek başımıza bunu yakamayız. Deneyde görüldüğü gibi oksijene ve mum alevine ihtiyacımız vardır. Örneğin, oksijen, sevdiğimiz insanın nefesinden gelebilir. Mum aleviyse güzel bir yemek, müzik, okşamalar ya da güzel sözlerdir.

Acı Çikolata için büyülü bir atmosferde yemek kokuları ile dolu hüzünlü bir aşk hikâyesi demek doğru olur.

Bazı kitaplar vardır dümdüz bir konuyu ele alsalarda kurgulandıkları ortamlarıyla, karakterleriyle benzer hikâyelerden milyonlarca durak ötededirler. Acı Çikolata da işte yazım tarzı, karakterleri ve atmosferiyle benzer hikâyelerinden çok öte bir yerde.

Konusundan bahsetmeden önce ben kitabın türünden bahsetmek istiyorum ilk olarak. Kitap büyülü gerçeklik akımı ile yazılmış. Bu akım başta normal bir kurgu gibi gözüksede bir takım fantastik ögelerin hikayeye serpiştirilmesi diye özetlenebilir. İlk başta bu olayı çözemiyorsunuz, hatta okura biraz absürt geliyor. Karakter ağlıyor mesela, ağlaması o kadar şiddetli oluyor ki merdivenlerden seller taşıyor. Ve kimse bunu yadırgamıyor. Böyle bir hikâye işte Acı Çikolata. Bana haylaz hüzünlü bir çocuğu hatırlattı bitirdiğimde.

Kitabımız, Meksika Devrimi'nin gölgesinde bir konakta geçiyor. Ailenin küçük kızı Tita'nın hikayesini okuyoruz biz. Geçmişten gelen köklü bir gelenekleri var bu ailenin. Evin en küçük kızı anneye bakmak zorunda. Bütün hayatını eve ve mutfağa adamak, evlenmemek ve evden ayrılmaması gerek. İşte hikâyemizin hüzünlü kısmı da burada başlıyor.

Tita aşık. Sevdiği adamla evlenmek istiyor. Ancak ne annesi ne çevresi buna izin vermiyor. Sevdiği adam sırf ona yakın olmak için Tita'nın ablası ile evleniyor. Anlayacağınız küçük entrikalar, büyük acılarla dolu bu hikâye okuyucuyu mahvediyor. Yoruyor, kalbinizi kırıyor bir an bile yüzünüzü güldürmüyor.Ta ki Tita'nın baş kaldırısına kadar. Köklü bir geleneği yıkmak kadar zor bir şey varsa o da yobazlık derecesinde inanılan bir geleneği yıkmaktır. Ve Tita bunu başarıyor. Okuyucu da derin bir nefes alıyor.

İşte böyle bir hikâye Acı Çikolata. Aşırı renkli meksika mutfağı ile özdeşleşmiş iç kavurucu bir öykü. Her anında farklı bir tat var. Sıradanlığın içinde kök salmayıp sivrilebilen kurguları seviyorsanız canı gönülden öneririm.
Sevgiler.
 

Hunharca Okuyan Kız Template by Ipietoon Cute Blog Design and Bukit Gambang