5 Kasım 2020 Perşembe

Camlar Şehri (Ölümcül Oyuncaklar #3)

 


ARKA KAPAK

Clary, annesinin ölümüne sebep olan iksirin peşindeydi ve ona ulaşmak için de bir an önce Camlar Şehri’ne gitmesi gerekiyordu. Kendisini sağlam bir ölüm kalım savaşının içinde bulmasıysa an meselesiydi. Kurtadamlar, vampirler ve periler, ortalığı birbirine katmak için Camlar Şehri’nde biraraya gelmişti. Clary’nin tek bir kozu vardı. Sahip olduğu güçler! Fakat bu aynı zamanda büyük bir risk ve sorumluluk demekti. Çünkü ya herkesi kurtaracak ya da her şeyi yok edecekti.

Clary’nin yolculuğunda ona ihanet ve onur eşlik etti.
Kah kazandı, kah kaybetti.
Olsun!
Camlar Şehri için değerdi!




YORUM

"... ve bana hala seni isteyip istemediğimi soruyorsun. Sanki seni sevmekten vazgeçebilirmişim gibi. Beni diğer her şeyden daha güçlü kılan tek şeyden vazgeçebilirmişim gibi..."


Uzun süre tek bir seriye odaklı olursanız, o seri okuduğunuz süre içerisinde hali hazırda yedek aileniz gibi bir şey olur. Onlarla uyuyup onlar ile kalkarsınız, eh seri bittiğinde ise büyük bir boşluk bekler sizi.

Camlar Şehri, Ölümcül Oyuncaklar Serisi'ne şimdilik veda ettiğim ara final kitabıydı. O yüzden ne kadar yavaş okumaya özen göstersem de elime aldığım süre boyunca elimden düşmedi. Çünkü dur durak bilmeyen bir kurguya sahip. Aynı şeyi birinci ve ikinci kitaplar hakkında da söylemiştim ama bu olay Camlar Şehri'nde sanki daha fazlaydı. Kitaba başladık ve kurgu sadece son on sayfada dinlendirdi bizi. Tansiyon bir an bile düşmedi sanki düşse kitabı fırlatıp atacakmışız gibi. 

Bu kitapta birbinden ilginç yeni karakterler, doğru bildiğimiz yanlışlar ve küçük bir son okuduk. Duyduğum kadarıyla yazar zaten bu kitabı final olarak yazmış ama sonradan üç kitap daha eklemiş bu yüzden son üç kitap için birazcık ön yargılıyım. Çünkü ne zaman serilere devam kitabı eklense bizleri o  dünyadan soğutma hızı daha fazla oluyor.

Camlar Şehri'ni ben çok sevdim. Daha olgun karakterler okuduğumu düşünüyorum. Kitap boyunca var olan aksiyonun yanında diğer duygular hiç eksik edilmedi bana göre. Her şey fazlası ile dozundaydı. Sadece Jace'in ben acıların çocuğuyum, dert babasıyım tavırlarını uygun bulmadım. ( Sanki yazar her kitapta bir karakteri gözüme batırıp nefret ettirmeye çalışıyor.) Bunun dışında elim kalbimde bir an bile sıkılmayarak bitirdim kitabı. Kan, ter ve gözyaşı bir an bile eksik olmadı, cani yazar sağ olsun.


Küller Şehri - Kitap Yorumu (Ölümcül Oyuncaklar #2)

 


ARKA KAPAK

Komada bir anne ve dünyayı yok etmeye kararlı bir baba.. Clary Fray, kurtadamlar, şeytanlar ve gizemli Gölgeavcılarıyla dolu, ürkütücü New York yer altı dünyasına doğru sürükleniyor. Geçmişiyle ilgili öğrendikleri yalnızca başlangıç. Şimdiyse dünyanın kaderi Clary'nin ellerinde. Yeni keşfettiği güçlerini ustaca kullanmayı ve asla kendisinin olmayacak bir erkeğe karşı hislerini dizginlemeyi başarabilecek mi?

"Vampir Avcısı Buffy hayranları bu seriye bayılacak."
-Publishers Weekly-

"Sevgili Edward ve Jacob, ikinize de tapıyorum ama haftasonu Jace'le olacağım. Üzgünüm! Sevgiler, Stephenie."
-Stephenie Meyer-
(Tanıtım Bülteninden)




YORUM

... Birdenbire Clary 4 yaşındayken gittiği plajı hatırladı. Aniden rüzgar gelip o kadar uğraşarak yaptığı kumdan kaleyi yıkınca kıyameti koparmıştı. Annesi ona isterse yeniden yapabileceğini söylemişti ama Clary ağlamayı kesmemişti, çünkü asıl önemli olan, kalıcı olduğuna inandığı bir şeyin kalıcı olmadığına, sadece rüzgarın veya suyun bir dokunuşuyla yıkılabilecek, kumdan yapılmış bir şey olduğunu görmekti.

Kitap hakkında ne desem ne söylesem bilemiyorum çünkü sonuna kadar nefes almayı unuttum. Çok çok hareketli bir an bile yavaşlamayan, azıcık yavaşladığı zamanda karakterleri öne sererek bu sefer de sinirden kök söktürecek bir devam kitabı Küller Şehri.

Kitap ilk kitabın bitiminden çok az bir zaman sonrası ile devam ediyor. Yani kaybettiğimiz bir zaman farkı yok. Kitapta en çok bu noktayı sevdim işte ben, yazar uzun zaman aralıkları ile okuyucu yormuyor. Uzun uzun anlatmıyor, hemen işe koyuluyor. Ve okuyucu da sonunu okuyana kadar nefesini tutuyor hâliyle.

Ben Ölümcül Oyuncaklar serisinde en çok karakterlerin kendi yaş aralıklarındaki gibi normal davranışlar sergilemelerini seviyorum. Bu kitapta da gerçekten bu olayın dibine kadar indik. Mesela bir ergenin evi terketmesini, sonra diğerinin saçma seçimler yapıp hayatıyla ilgili önemli bir değişiklik yapmasını ve diğerinin duygularına kesinlikle hâkim olamamasını o hareketliliğin, bir an bile durmayan heyecanın içinde okuduk. VE BEN SİNİR OLDUM. GERÇEKTEN YAZAR, ÖZELLİKLE BİR KARAKTERE O KADAR ODAKLANMIŞTI Kİ BU BENİ SİNİR ETTİ. Zaten kitabı da benim için aşağı çeken o karakterdi.

Devam kitapları hakkında çok fazla yorum yapamıyorum çünkü gidişat fazlaca spoiler içeriyor. Bu yüzden Küller Şehri hakkında da söyleyecek pek bir şey yok. Nefes aldırmayan,  sinir eden ve az buçuk üzen bir devam kitabıydı. Üçüncü kitabın yorumu ile görüşmek üzere, sevgiler ♥️

KEMİKLER ŞEHRİ - KİTAP YORUMU ( ÖLÜMCÜL OYUNCAKLAR #1)

 


ARKA KAPAK

Vampirler, kurtadamlar, periler, gerçek aşk ve aklınızı başınızdan alacak daha birçok şey. Ölümcül Oyuncaklar hafızanıza kazınacak!

On beş yaşındaki Clary Fray, New York’ta Pandemonium Kulüp’e doğru yola çıktığında bir cinayete tanıklık edeceği hiç aklına gelmezdi.
Hele ki, bu cinayetin daha önce hiç görmediği acayip silahlara sahip tuhaf dövmeli üç genç tarafından işleneceğini hayatta düşünemezdi! Clary, polisi arayabileceğini biliyordu fakat ceset bir anda ortadan yok olunca ve canileri Clary’den başka kimse göremediği için durumu açıklamak pek kolay olmayacaktı!

Clary’nin onları görebilmesine çok şaşıran katiller kendilerini Gölgeavcıları olarak tanıtacaktı. Yani, dünyayı şeytanlardan arındırmaya ant içmiş gizli bir kabile!




YORUM

"O an Jace anladı. İnsanların neden el ele tutuştuklarını idrak etti. Önceden hep bunun bir çeşit sahiplenme hareketi olduğunu düşünürdü. O benim, mesajı gibi gelirdi ona. Ama öyle değildi. Bu, temas kurmakla ilgiliydi. Sözcükler olmadan konuşmakla ilgiliydi. Seni yanımda istiyorum, demekti. Gitme."


Çok uzun zaman önce sanırım lise son sınıfta okumuştum, Kemikler Şehri'ni. Hızlı hızlı okumak zorundaydım, hem sınav senemdi hem de okul kütüphanesinden sırayla alınacak kadar popülerdi.

Çok sevmiştim. Çok orijinal, çok eğlenceli tam  o zamanki yaşıma uygun, kalbimi pıt pıt ettirecek kadar tatlı bir kitaptı.

Kitabı ilk elime aldığımda, aynı hisleri yeniden yaşamam sandım ama gerçekten yanılmışım. Hâlâ okurken kikirdeyip, yaratılmış dünyayı okurken hayran kaldım. Çok özgün olmakla birlikte bu kadar çetrefilli bir dünya kurup, karakterlerinin rengarenk oluşu bana kitabı gerçekten hayranlıkla okutturdu.

Hiç kuşkusuz kitabın en sevdiğim yönü, karakterlerinin o uçuk ergenlik dönemini, gelgitli duygularını çok iyi yansıtmasıydı. Çünkü karakterler bu halleriyle hem bir parça gerçeklik barındırıyorlar hem de fantastik bir kurguda ergen olmanın nasıl bir şey olduğunu okura tam anlamıyla gösteriyorlardı. Aptalca kararlar alsalar bile bunun bir kılıfı var ama genç yetişkin kurgulardan beklenilmeyecek kadar mantıklı kararlarda alabildiler. Bu da hiç kuşkusuz kitabı sevme nedenlerimden birisi sanırım.

Devam kitaplarını yakın zamanda okumak istiyorum ama bu aralar fazla meşgulüm. Eğer zamanımı uygun bir şekilde planlarsam en kısa sürede devam kitaplarının yorumları ile görüşürüz.

Fantastik kurgu seven her yaştan okura önerimdir. 


7 Temmuz 2020 Salı

Benim Biricik Hayatım - Kitap Yorumu



ARKA KAPAK

Bu hayatta benim için başka ne var?
 
Rachel Walker’ın tüm hayatı çoktan planlanmıştı. Ne okuyacağına, nerelere gidebileceğine, ne giyeceğine ve hatta nasıl biriyle evleneceğine bile karar verilmişti. Ona dair her şeyin idaresi, ailesinin ve cemaatin sorumluluğundaydı. Fakat özellikle uzak tutulduğu dünyaya dair bitmeyen merakını bastırmakta zorlanıyordu.
 
Babasının sıkı sıkıya uyguladığı kurallarla örülü sırça fanus, cemaatin baskılarından kaçan bir kızın tekrar kasabaya dönmesiyle çatırdamaya başladı. Rachel’ın bir blogda okuduğu isyan çığlığı, içinde hiç bilmediği yaraları tekrar kanatırken hayatının iplerini eline almak için savaşmaktan başka şansı olmadığını anlayacaktı.





YORUM

"Söyle bana, nedir planın, ne yapacaksın, o biricik, vahşi ve kıymetli hayatınla?"

Bütün hayatınızın siz doğmadan önce planlandığını düşünün. Her yaş döneminizde yapacaklarınızın belli olduğunu. Yaşam amacınızın, birisine eş ve anne olarak belirlendiğini. Ve bir gün bu planlanan yaşantınızın, adeta patlamaya hazır bir bombanın uyarı ışığı gibi zihninizde yanıp söndüğünü. İşte Benim Biricik Hayatım böyle başlıyor. Planlanan bir yaşam ve saplantılı bir düşünce tarzının egemen olduğu bir ortamda.

Rachel Walker ve ailesi Calvary Hristiyan Cemaatine mensup, çok çocuklu bir aile. Kahramanımız Rachel, aşırı katı cemaat kurallarıyla büyümüş, kadınların tek amacının sadece eş ve anne olarak tanımlandığı, teknolojinin kısıtlanmış, eğitimin sadece evde verildiği, cemaat dışına itilenlerin ayıplandığı ve bana göre en ağırı cemaat kurallarına uymayanların beyin yıkama kamplarına gönderildiği bir yaşama sahip. Küçüklükten beri bununla yaşadığı için sesini çıkaramıyor çünkü yaşamı bunu gerektiriyor. Başka bir şey görmemiş, yaşamamış.

Ama bir gün sorgulamaya başlıyor. Neden eğitim göremiyorum diyor mesela. Babası okuduğu kitabı sırf kendi dünyalarına ait değil diye yırtınca bu sorgulamalar üst sınıra ulaşıyor ve bir gün kendisini cemaatten, deyim yerindeyse kaçmış bir kadın ile iletişim halinde buluyor. Ve böylece kitabımız başlıyor.

Öncelikle söylemek istiyorum  ben kitaba gerçekten o kadar beklentisiz başladım ki, her şeyin üstün körü geçilip biteceğini düşünüyordum. Yazarın diğer kitabını çok fazla sevmemiştim çünkü. Ama Benim Biricik Hayatım gerçek bir kendini bulma hikâyesi. Cemaatten soğuma aşamaları, Rachel'in daha 17 yaşında o kozadan bir hamlede çıkması ve kendi hayatına, dinine farklı bir bakış açısı ile bakıp araya aracı koymadan inancını yaşamasına bayıldım.  Her sayfada mi gözleri dolar bir insanın benim doldu.

Öyle ki kitabın benim için dönüm noktası olan bir sahnesi var, tetikte bekledim istediğim şeyi vermeyecek diye ama verdi ve kitabı benim için en üst noktaya çıkaran şey buydu. Açık yüreklilikle söylüyorum bu yıl okuduğum, beni en çok etkileyen kitap olabilir. Hafif Unorthodox tadı var ama bence Benim Biricik Hayatım daha güzel.


Özellikle cemaat kavramına farklı bir bakış açısı bakmayan isteyen, kendini bulma hikayelerinin hastası okurlara tavsiyemdir.

11 Haziran 2020 Perşembe

Zalim Prens - Kitap Yorumu (The Folk of the Air #1)


ARKA KAPAK

Anne babası bir peri general tarafından vahşice öldürüldüğünde Jude yedi yaşındaydı. Kız kardeşleriyle
Periler Diyarı’na sürüklendi ve şimdi burada yaşamak zorunda.

Jude, ait olmadığı bu dünyaya kendini kabul ettirmek için saray hanesinden biri olmalı.

Diyar’daki taç giyme töreni kendini kanıtlaması için iyi bir fırsat. Fakat önce acımasız prens Cardan’dan anne babasını öldüren gaddar Madoc’a, birçok engelle başa çıkmalı Jude iyi dövüşürse şövalye, güzel yalanlar söylerse casus olacak.

Peki ya ikisini de yapamazsa?

Peri Halkı serisinin ilk kitabı Zalim Prens, çoksatan yazar Holly Black’ten bambaşka bir peri masalı.




YORUM

"Bomba beni yandan dürtüyor. "Sana bir takma isim bulduk," diyor. Kilitli kapıları aşıp da geldiğini görmedim bile.
"Ne?" diyorum cırtlak bir sesle. Hiç olmadığım kadar yorgunum, buna karşın yedi yıl boyunca dinlenemeyeceğim.
Yalancı demesini bekliyorum. Hınzırca sırıtıyor, ketumluğu üzerinde.
"Başka ne olabilir?

Kraliçe."


Çok uzun zamandır kitaplığımda beklettiğim, devamı gelsin diye kendimi adeta sabır testinden geçirdiğim Zalim Prens'i sonunda okudum. Ama ne okumak, ne okumak.

Kitabın en başından sonuna kadar yaratılan evrene, karakterlerin özgünlüğüne, hiçbir şekilde duraklamayışına bayıldım.

İlk olarak şunu söyleyeyim, kitabı elime aldığımda normal bir fantastik-genç yetişkin kurgu okuyacağımı düşünüyordum. Hatta bekletme sebebim de az biraz bu sorundu. Periler alemi çok orijinal bir kurgu değil bildiğiniz üzere. Birçok örneğini ayıla bayıla okuduk biz fantastik severler.

Ancak Zalim Prens'in Periler Diyarı evreni çok da bilindik değil bana göre. Perilerin o kendilerine has güzelliklerini okuruz biz çoğu zaman ancak bu kurgu da güzel oldukları kadar çirkinler de, zalimler de, hatta dibine kadar kötüler de.

Kitabımız çok üzücü bir olay ile başlıyor aslında. Kurgunun içine birden dalıyoruz haliyle. Hatta ilk bölümü okuyanlar devam kitabı hissi bile alırlar çünkü sanki reklama girmişte filmin son dakikalarını izlemiş gibi oluyoruz. Ama böyle değil tabii ki. Kitap vurucu bir başlangıçla, okuyucu diken üstünde tutup karakterleri yavaş yavaş tanıtıyor, evreni betimliyor.

Kahramanımız Jude, ikiz kardeşi ile birlikte Periler Diyarı'nda yaşamaya başlıyor 7 yaşında ki kötü olaylardan sonra. Diyara hayran, hatta içten içe onlardan biri olmak istiyor. Diyar da insanlara sadece köle gözüyle bakılıyor, Jude saygın bir aileden olsa da insan olduğu için okul da ve yaşamında birçok talihsizlikler ile karşılaşıyor. İşte bu talihsizliklerden birisi de diyarın prenslerinden biri olan Cardan. Kıza yapmadığını bırakmıyor, eziyor, hırpalıyor, küçük görüyor ama içten içe hayran da çünkü ana karakterimiz Jude, hiç kimseye pabuç bırakmıyor. Karşısındaki bir prenste olsa haddini bildirecek cesarete sahip. İşte bu özelliği ile de kalbimi çalıyor. Çünkü cesur, kendine güvenen kadın karakterlere hayranım ben.

Kitap son 100 sayfada şekil değiştiriyor adeta. Taht için savaşan prenslerin ve entrikaların arasında buluyoruz kendimizi. Bir entrika ve kaos severek olarak son 100 sayfa kitapta en sevdiğim kısım olabilir. Jude'un zekası ve cesareti işin içine girince daha da cezbedici oluyor bu taht kavgası çünkü.

Zalim Prens'te en sevdiğim şeylerden biri de her karakterin mantıklı davranması diyebilirim. (Jude'un kız kardeşi hariç 🙄) Her davranışın bir sebebi, her kararın sonucunu gören zeki karakterler okuyoruz. Kadın karaktere hayran olmak ile birlikte, Cardan ile birden ilişkiye dalmamaları her şeyin olabildiğince yavaş ilerlemesi beni kalbimden vurdu. Gözlerimin önünde yavaş yavaş karakter gelişimi veren yazarlara hayranım ben. Safi aşk kitabı değil, safi fantastik kitap değil. Var olan bir ilişki bile okumadık henüz. Karakterlerin o evreye gelmelerini o kadar merak ediyorum ki. Fantastik dünyanın içinde olsakda aa büyü yapıyorlar oleey havasında da  değiliz çünkü var olan bir taht oyunu var.

Her yerden dolu bence kitap. Ana konuya gelene kadar yazar tüm detayları ince ince işlemiş, hiçbir boşluk bulamadım ben. Aklımda soru işareti bile kalmamıştı bittiğinde.

Çok uzattım yorumu biliyorum ama benim sevdiğim kitaplara upuzun methiyeler dizmeden asla bırakmadığımı birçoğunuz biliyorsunuzdur. Çok eğlendim, elim kalbimde sayfaları adeta jet hızıyla geçtim. Kötü çevirisine rağmen. (Eski kelimeler kullanmak güzel bir çeviri yaptığınız manasına gelmez.) Devam kitabını sabırsızlıkla bekliyorum, umarım en kısa sürede okuyabiliriz.


Sevgiler. ♥️

9 Haziran 2020 Salı

YOU DESERVE EACH OTHER ( HER AY BİR İNGİLİZCE KİTAP #1)



ARKA KAPAK

Naomi Westfield has the perfect fiancé: Nicholas Rose holds doors open for her, remembers her restaurant orders, and comes from the kind of upstanding society family any bride would love to be a part of. They never fight. They're preparing for their lavish wedding that's three months away. And she is miserably and utterly sick of him.

Naomi wants out, but there's a catch: whoever ends the engagement will have to foot the nonrefundable wedding bill. When Naomi discovers that Nicholas, too, has been feigning contentment, the two of them go head-to-head in a battle of pranks, sabotage, and all-out emotional warfare.

But with the countdown looming to the wedding that may or may not come to pass, Naomi finds her resolve slipping. Because now that they have nothing to lose, they're finally being themselves--and having fun with the last person they expect: each other.

When your nemesis also happens to be your fiancé, happily ever after becomes a lot more complicated in this wickedly funny, lovers-to-enemies-to-lovers romantic comedy debut.





YORUM

“You two are assholes!” she calls back. “You deserve each other.”

I send her a thumbs-up. “Thanks!”


You Deserve Each Other, kendini bulma, duyguları anlama ve olan bir ilişkiye sahip çıkma öyküsü.

Böyle basit bir anlatım ile kitabı özetlesemde içerik hiç öyle değil. İlk önce basit sonra olabildiğince karışık ve sonra çok tatlı bir romantik hikayeye dönüşüyor kitap.

Naomi ve Nicholas mükemmel bir çift. Sonunda mutlu sona kavuşacakları kusursuz bir düğün peşindeler. Mükemmel bir ilişkileri, kavgasız birliktelikleri ve birbirlerine karşı dibine kadar anlayışlı oldukları bir evrende yaşıyorlar. Ancak hiçbir şey göründüğü gibi değil. Naomi, duygusal bir boşlukta. Her şeyin mükemmel olması aslında o kadarda abartılacak kadar güzel bir şey değil onun için.

Nişanlısı Nicholas tam bir ana çocuğu. Düzenli olarak annesini ziyaret eden, sabah erken kalkıp onca yolu aşıp ailesinin evinin önünde ki karları küreyen ve her özel günler de mutlaka annesine hediyeler alan bir adam. Bu çok muhteşem değil mi? Ancak Naomi için değil. Çünkü Nicholas, annesi için yaptığı tüm bu tatlı hareketleri Naomi için yapmaya uğraşmıyor bile. Onun içindir ki ana karakterimiz Naomi  bir yandan onun ailesi ile bir yandan da kendi içsel çatışmaları ve yakında kapanacak iş yerinin üzüntüsü ile uğraşıyor. 

İçten içe kurumuş bir ilişki okuyoruz bir You Deserve Each Other'ın en başında. Karakterler ilişkilerinde, kendi hayatlarında birbirlerine zerre dürüst değil. Bir yerden sonra bu ilişkinin kurtarılma imkanı yok bile diyorsunuz. Ben dedim çünkü birbirlerine karşı o kadar acımasızlaştılar ki toparlanması zor bir evreye girdiler. Düğün bu kadar yaklaşmışken hem de.

Kitabı ben de toparlayan kitabın ikinci yarısı. Erkek karakterimiz ondan hiç beklenmeyecek bir hareket yapıp dağ başında bir ev alıyor. Bir kaç gün içinde oraya taşıyorlar tabi ki. Ama birbirlerinden nefret ediyorlar, o kadar çok nefret ediyorlar ki bu nefret kitabın dışına çıkıp sizi sarmalıyor sanki. Buna rağmen bir takım sebepler dolayısıyla aynı evde yaşamaya başlıyorlar. Yine. 

Sonra şakalaşma evresi başlıyor, kitabın en sevdiğim sayfaları kesinlikle bu. Birbirlerini kabul edilemez eşek şakaları yapmaya başlıyorlar. Verdikleri tepkiler, çocukça harekeleri o kadar komik ki bir yerde gülmekten yerlere yatmış olabilirim.

İşte son yarı da işler garip bir hâle bürünüyor. Aslında birbirlerini hiç tanımadıklarını anlıyorlar. Bir dağ evinde yaşamak onlar için kurtarıcı gibi bir şey oldu çünkü. Kitapta akıllara zarar bir kaynana terörü olduğu için, Nicholas'ın aslında tüm bu düğün telaşından annesinin baskısından bıktığı için bu evi yeri seçtiğini anlıyoruz.

Tek bakış açısından baktığımız için Nicholas ilk başta bana çok bencil gelmişti. Ama sonradan Naomi'nin de bencil olduğunu anladık. Çünkü onun bakış açısından okuyorduk ve bir şeyleri kendince çarpıtarak anlatıyordu sanki.

Kitap dibine kadar eğlence sunmuyor, ama okurken normal bir ilişki içerinde aslında basit olayların ne kadar önemli olduğunu okuyoruz. Ben nefret hikayeleri okumayı severim ama bu kitap nefreti ve sevgiyi ortak bir birleşen içerisine alıp çok güzel uyarlamıştı. Çok sevdim ve gerçekten çok eğlendim ben okurken.


Tek sıkıntım dilinin zorluğu. Normalden ingilizce kitap okurken bu kadar zorlanmazdım ama bu kitapta çok zorlandım. Bilmediğim bir çok kelime vardı ve kitaptan  vazgeçme eşiğine bile geldim diyebilirim.

27 Mayıs 2020 Çarşamba

NEFTİ - KİTAP YORUMU ( AV ZAMANI #1)



ARKA KAPAK

Bir vampir masalı fısıldıyor gaz lambasının titrek alevi... Karanlığı aydınlatmak için kendi kendini yakıyor, kendi kendini avutmak için anlattığı masalı dinliyor. Gece yanıyordu, gündüzün dibi tutmuştu. Dolunay geceye gömülürken ikiye bölündü. Biri maviye, diğeri karanlığa düştü. Gaz lambasının fısıltısı hemen yanında yatan genç kadının yazgısının satır aralarını doldururken güneşin yanık teni gökyüzüne vurdu. Kadın uyandı, gaz lambasını kapattı. Masal yarım kaldı. Kadının karanlığı mı maviyi mi seçeceğini kimse bilemedi. Bu ikilem kadının kalbini söktü. Dolunay bir daha hiç bembeyaz ve bütün olarak kalmadı. Gaz lambasının kirli sisi dolunayı kanla boyadı. Kadın öldü, dolunay kendini geceye astı.



YORUM

Av Zamanı - Nefti, uzun soluklu bir fantastik serinin ilk kitabı. Kitabımız her ayın belli zaman diliminde büyük şehirlerde meydana gelen faili meçhul cinayet haberleri ile başlıyor. Bu cinayetlere toplum tarafından o kadar alışılmış ki halk o gece evlere kendini kilitleyip bu cinayetlere de Av Geceleri adını veriyor.

İşte bu cinayetlerin gölgesinde kitabımızın kahramanı Alkım Okçu, Fransa da bir maskeli baloya katılıyor. Hikayemiz de böylece başlıyor.

İtiraf edeyim, Türk yazarlardan fantastik seri okumak beni her zaman germiş ama bir o kadar da sevindirmiştir. Ben kurgu ve karakter odaklı olduğum için, bir fantastik hikâyede ilk olarak kurgunun mantığa uygun olup olmadığına ve karakterlerin davranış biçimlerine odaklı olurum.

Nefti de kurgu çok sağlam oluşturulmuştu. Bilirsiniz binanın temeli ne kadar sağlam olursa bina da o kadar sağlam olur. Temeli sağlam, kadim efsaneler ile renklendirilmiş ve Fransa ve Türk vampir kökeni çok iyi kurgulanmıştı. Bunun içindir ki şaşırdım kitabı okurken, ben bu kadar sağlam bir kurgu beklemiyordum.

Eh Büşra, iyi güzel de karakterlerden neden bahsetmedin derseniz işte burada kitabı az buçuk eleştireceğim, çünkü karakterlerine karşı nötrüm. Alkım, intihara meyilli kendi içinde yaşamayı bırak, dış dünya ile de yaşamayı beceremeyen biri. Onun içindir ki düzgün kararlar almasını beklemedim ben kitap boyunca. Ancak beklediğim bir şey vardı o da karakterin gelişimi. Öylece yerinde saydı, mantıksız kararlar aldı, sorgulamadı ve sorgulanmadı. Kitabın içinde ki hiçbir karakter gelipte demedi ki Alkım senin aldığın kararlar uygun değil, kendine gelmelisin. Kitapta sürekli ben bencilim diyen bir karakterin etrafındaki onu seven insanlar tarafından hiçbir şekilde uyarılmaması açıkça söyleyeyim beni sinirlendirdi.

Bunların dışında yazarın kalemini sevdim ben. Zaten kitaplarda betimleme okumayı seven bir okuyucuyum. Kalemi de bana hitap ediyordu. Kurgu azıcık daha heyecanlı olsaydı benim için gerçekten iyi kurgulardan birisi olacaktı.

Fantastik okumayı seven okuyuculara özellikle tavsiyemdir. Kalemi daim olsun, devamını heyecanla bekliyorum 💙

SESİNİ DUYUR - KİTAP YORUMU ( SESİNİ DUYUR #1)



ARKA KAPAK

Gözleri artık kapalıydı. Gitarı çalmıyor, âdeta yaşıyordu. Bora Ateş, gözlerini sahneden tam benim olduğum yere dikince o an kalbimin duracağını hissettim. Mahşerî kalabalığın içinden beni bulabilmişti. Şarkıyı söyleyen Uygar’ın sesi ve baterinin başındaki Alar’ın ritimleri çok uzaklardan geliyor gibiydi. Bedenim uyuşmaya başlamıştı. Bora’nın dudakları yavaşça kıvrıldığında, gülüşü bedenime bir gök gürültüsü gibi çarptı.
Dudaklarından dökülen samimi cümlelere rağmen gözlerinde dolaşan arsız parıltılar, güzel hislerin habercisi gibi gelmiyordu. Bu adam ya beni göklere çıkaracaktı ya da cehennem ateşine atacaktı.
Sonrasında bir adım attım ve bir adım daha... Rüzgâr, saçlarımı dans ettirdiğinde dudaklarım, onlara eşlik edecek bir melodiyi mırıldanmak istiyor gibi kıpırdıyordu.
Ben Maya Erez.
Ailenin baş belası, annesinin ölene kadar uslandıramadığı yaramazı, babasının umurunda olmayan ortanca kızı, ablasının bakmakla yükümlü olduğu küçük kardeşi... Gözlerimi açtığımda ben buydum. Şimdiyse müzikle çevrelenen çetin bir savaşın içine giriyor, şeytani bir Rock grubu liderine meydan okuyordum. Savaş başlasın!



YORUM

"Büyük patlama oldu ve evren oluştu.İsmini fırtına ve alevden alan bir yıldız,bir fırtınayla yanıma düştü ve benimle beraber tutuşmaya başladı."


Çevrenizin büyük bir rock grubu hayranlığı ile dolup taştığını ama sizin özel sebepleriniz yüzünden bu hayranlığı bir türlü anlayamadığınızı düşünün. Heh düşündünüz mü? Birde bu ünlü rock grubunun harçlığınızı çıkarmak için şarkı söylediğiniz barda sizi keşfetmesini. Sonra gelen vokalistlik teklifini. Düşünemediniz değil mi? Öyle imkansız öyle garip ki hayat işte Maya Erez de bu olayların tümünü yaşayacağını düşünmüyordu.

Sesini Duyur, yukarıda bahsettiğim tesadüfler silsilesi ile başlıyor, 3 erkek kardeşin kurduğu rock grubuna ana karakterimiz Maya Erez'in vokalist olarak girmesi ile yani. Uçuk kaçık, azıcık hüzünlü dibine kadar eğlenceli bir romanın başlaması ile de okuru bir eğlencedir sarıp gidiyor.

Kitapta tek sıkıntım Maya gibi özgür bir kadının eniştesi ve Yiğit konusunda tavrını net bir şekilde koyamaması oldu. Özellikle ablasının eniştenin bu baskıcı tutumuna azıcık da olsa tepki göstermesini okumayı isterdim. Çünkü kitap bize az buçuk bunu vaat ediyor. Zincirleri kırmayı, özgürlüğü, gençliği doyasıya yaşamayı.

Özellikle rock grupları ile hikâyeler okumayı seven, yeni yetişkin okuyucularına önerimdir. Kahkaha ve eğlence garantili bir kitap Sesini Duyur.

SAHTE KRALLIK - KİTAP YORUMU (SIX OF CROWS #2)



ARKA KAPAK

Kosullar her zamankinden daha zor, kaybedilecek seyler ise daha degerli. Kaz Brekker ve ekibi, hayatta kalacaklarına inanmadıkları bir soygunun üstesinden gelmeyi başarır. Fakat büyük ödülü paylaşamadan kendilerini tekrar ölüm kalım savaşının ortasında bulurlar. Grisha dünyasının kaderi, şehrin karanlık sokaklarındaki intikam savaşına bağlıdır. Kaz ve ekibinin ise ne pahasına olursa olsun bu savaşı kazanmaktan başka çaresi yoktur.


YORUM

"Senin için gelirdim," dedi ve İnej'in ona attığı temkinli bakışları görünce tekrar söyledi. "Senin için gelirdim. Yürüyemeseydim bile sürünerek gelirdim. Ne kadar yaralı olursak olalım oradan birlikte savaşarak çıkardık. Bıçaklar çekili. Ateş ederek. Çünkü biz böyleyiz. Mücadeleyi asla bırakmayız."


Bir romanın ilk cümlesini yazmak çok zor der yazan herkes. Sahte Krallık için yorum yazmak istediğimde anladım bu cümlenin anlamını. Çünkü sevdiğin, paylaşmak istediğin ve sevilmesini istediğin bir şeyi anlatmak için nasıl başlayacağını gerçekten bilemiyor insan.

Sahte Krallık, bir seri devam kitabına göre oldukça hızlı başlıyor bana göre. İki kitaplık serilerde de zaten olması gereken bu zaten. Yazarın anlatmak istediği konular için sayfalar kısıtlı ve bir yerden sonra her şeyi birbirine bağlaması gerekiyor. Karakterler misyonlarını tamamlamak zorundalar çünkü okurlar macera istemek yerine akıllarında ki soru işaretlerin tamamlanmasını istemeye daha yatkınlar.

Sahte Krallık, ilk yarısında o bilindik aksiyon içinde azıcıkta olsa yer olan durgunluğu ile devam etti. Ancak bu durgunluğu yazar öyle güzel kurgulamış ki ikinci yarıda, kitabın bitmesine yakın okuyacağımız aksiyonu ilk kitapta Kargalar Meclisi dünyasının kaos ortamındaymışız gibi okuduk. İkinci yarısı ise karakterlerin misyonunu tamamlamasına ayrılmış oldu. Böylece yazar hem kitabı bitirip hem de okuru heyecandan bir an bile eksik bırakmamış oldu. Yani sonuç olarak muhteşem bir final kitabıydı Sahte Krallık. Gelecek hikâyeler için ufak ip uçları verip  tanıdık karakterler ile karşılaştırınca tadından yenmedi diyebilirim.

Kitabı bitirdiğimde gerçekten en yakın arkadaşlarıma veda etmiş gibi hissettim ben. Hem buruk hem mutlu hem doyasıya üzgün hem de çılgınlar gibi mutlu hissediyordum. Hoşuma gitmeyen bu da olmamış dediğim tek şey Kaz - İnej sahnelerine hasret olmuş olmam. Onları birazcık daha okumak, ikisinin kendi hikayelerinden ayrı olarak birlikte bir hikayelerinin olması en çok istediğim şeylerden bir tanesiydi diyebilirim. Onu da ağzıma bir parmak bal çalınarak hissettim son sahnede ama olsun belki çıkması beklenen üçüncü kitapta bir nebze de olsa doyarız belki.

Leigh Bardugo'nun finallerinde bu kitapla birlikte bir şeyi hissettim ben. Yazar finali o kadar güzel kurguluyor ki bitirdiğinde bu da olmamış yahu, eksik kalmış dediğin hiçbir şey bulamıyorsun. Çünkü her şey aslında olması gerektiği gibi oluyor. Kitap bitmesi gerektiği gibi bitiyor.  Kaz ile İnej böyle daha güzel diyebiliyorum mesela. Fazla sahneleri olsa daha güzel olabilirdi ama bu da yeterli, bu da güzel diyebiliyorum. Matthias ve Nina için de işte bunu hissettim. Gereksiz bir son değildi ama olmasaydı daha güzel olurdu. Ama o zaman Nina'nın hikâyesi eksik kalırdı. Yani sonuç olarak hiçbir açık bırakmıyor yazar öylece okuyup tamam bitti, çok güzeldi hissi ile uyuşuyorsunuz bitirdiğinizde. Ancak üzerine düşünüldüğünde memnun etmeyen konuları çıkıyor bu da bende de gördüğünüz üzere çok da fazla değil.

Sonuç olarak muhteşem bir final, muhteşem bir veda okudum Sahte Krallık da. Tam ekibe yaraşır bir şekilde acı - tatlı bir son. Canı gönülden öneriyor, en kısa zamanda tanışmanızı diliyorum.

Yas yok.
Cenaze yok.

KARGALAR MECLİSİ - KİTAP YORUMU ( SIX OF CROWS #1)



ARKA KAPAK

İntikam duygusuyla yanıp tutuşan bir mahkûm. Bahis düşkünü bir keskin nişancı Ayrıcalıklı hayatını geçmişte bırakan bir kaçak, Hayalet ismiyle tanınan bir casus Hayatta kalmak için sihir kullanan bir cellat Ve hepsini bir araya getiren kaçış uzmanı bir hırsız, 6 Tehlikeli serseri 1 Imkânsiz görev. Bu ekip büyük bir felaketi önleyebilecek tek seçenek, tabii önce birbirlerini yok etmezlerse.

"Kargalar Meclisi, elinizden bırakmak istemeyeceğiniz, nadir bulunan kitaplardan. Bir çırpıda çevirdiğiniz sayfalarda karakterlerin sıradaki hamlelerini öğrenmek için sabırsızlanacaksınız."




YORUM

"Duanı istemiyorum," dedi Kaz.
"Ne istiyorsun öyleyse?"

Eski yanıtlar hemen aklına geldi. Para. İntikam. Jordie'nin kafamın içindeki sesinin sonsuza dek susmasını. Fakat içinde farklı bir yanıt oluştu; şiddetli, ısrarcı ve nahoş. Seni, Inej. Seni.

Eğer Kargalar Meclisi hakkında yazabileceğim kelimeleri bulabilseydim, kitap hakkında düşüncelerim daha hızlı gelecekti ama oturup düşündüğümde güzel bir kitaba nasıl yorum yapacağımı gerçekten bilmiyorum.

Bu kitap hakkında söyleyebileceğim şeyler o kadar değişken ki sürekli hareket halinde aslında. Çok değişken, çok farklı ve hepsi inanılmaz derecede karmaşık. Ama sonunda karmaşık olmayan tek bir şey var o da harika bir kurgu olduğu.

Üstelik bu durum harika bir kurgu oluşu ile de bitmiyor. Sevinerek söylüyorum, hatta ağlayarakta söyleyebilirim bilmiyorum. Çünkü kitap hakkında düşündüğüm ve yapmak istediğim şeyler ya çılgınlar gibi çığlık atmak ya da haykırarak ağlamak.

Kitap bir bütün olarak bakıldığında her açıdan mükemmel bana göre. Leigh Bardugo, Grisha Serisi'ndeki acemiliğini o kadar başarılı bir şekilde yenmiş ki Kargalar Meclisi'ne baktığımda mükemmel olan bir kurguya aslında mükemmel olmayan ama kitaba sindirilerek yazılan her biri farklı yerlerden hasarlı karakterler yedirilmiş mükemmel olması beklenilen bir kurgu görüyorum. Geçmişleri, gelecekleri titizlikle oluşturulmuş, tek bir fire vermiyor kitap. Bir yerden sonra Grisha Evreni ile bağlanması, zaten onun dünyasında var olduğu için eski kitaba bolca atıfları beni gerçekten mutlu etti. Ve ben Kargalar Meclisi'nu okuduğumda aslında Grisha Serisi'nin harcandığını da  hissettim. Haykırarak ağlamak kısmı da işte burada devreye giriyor.

Kitabımız Kettardam sokaklarında bir hırsızlar çetesinin boylarından büyük bir işe atılması ile başlıyor. Çok tehlikeli, ölümü bile getirecek güçlükte bu iş. Ama ekibimiz birbirlerinden ne kadar farklılık gösterselerde ana gayeleri her çetenin en büyük isteği yani para. Hem de büyük para.

İşte bu büyük macerayı okuyoruz biz Kargalar Meclisi'nde. Basit bir soygun değil bu. İşin içinde büyücüler, büyük adamlar ve açgözlülük girince kitap boyunca kaos eksik olmuyor okuduğumuz sayfalarda. İlk yüz sayfası durgun olsa da son beş yüz sayfasını adeta aç gibi okuyorsunuz. Çünkü işin içine kaos ve bir miktar Kaz Brekker zekası girince ortalık epey curcuna haline dönüyor.

Renkli karakterleri, eğlenceli yazım tarzı, zekice oluşturulmuş altı dolu olan harika bir kurgu Kargalar Meclisi. Grisha Serisi'nde aldığım olmamışlığın kekremsi tadını hiçbir sayfasında almadım. Canı gönülden öneriyorum.

Yas yok.
Cenaze yok.

12 Nisan 2020 Pazar

DÜŞLERİNİ YAKALA - KİTAP YORUMU



YORUM


"Başka birinin acısına yaklaştıkça kendi acımı daha derinden hissediyordum. Üstelik acı, kapısı ya da penceresi olmayan bir yerdi. Hiç kaçışı yoktu." 


Düşlerini Yakala, bu sene içerisinde okumaktan en keyif aldığım kitap olabilir. Yazarın bizde çıkan ilk kitabı Renkli Göğün Altında geçen sene favorilerimden biriydi. Yani ne yazsa okurum dediğim yazarlar içerisine girdi diyebilirim. Duygu geçişleri, romantizm dozu, değindiği hassas toplumsal sorunları kurgusuna yedirerek nahif bir şekilde vermesi diğer kitaplardan ayırıyor bana göre.

Düşlerini Yakala da Amerika da azınlık olarak bulunan Çin halkından bahsediliyor. Kendilerine ayrılmış mahallede yoksulluk ve ırkçılığa maruz kalan Mercy, iş kurma hedefininin ilk hedefi olan bir kız lisesine kayıt olması ile başlıyor. Ama sonra bu hedefi yerle bir edecek bir olay oluyor. Bir deprem. Ve kitabımız bu olayla şekilleniyor, evriliyor ve okumak daha keyifli hale geliyor.

Benim okumaktan en rahatsız olduğum konu ırkçılıktır. Okurken beni üzer bu konu. Çok hassas ve üzücü bir olay bana göre. Düşlerini Yakala da bu konu üzerinde döndüğü için kalbim kırıla kırıla okudum. İnsanların ten rengi yüzünden bir takım haklardan mahrum bırakılması Mercy üzerinden çok çarpıcı bir şekilde verilmişti. Azmi, cesareti ve sevgi dolu kalbiyle yavaş yavaş insanların gözlerinde kendini ispat etmesi kitapta en sevdiğim şeydi diyebilirim.

Ben sonunu okurken daha farklı hayal ettiğim için sonu için az buçuk hayal kırıklığı yaşıyorum. Bunun dışında aşırı keyifli, çok güzel konulara değinen, aklımda uzun süre yer edinecek kitaplar arasına girdi. Canı gönülden öneririm.

Sevgiler

GÖLGE VE KEMİK ÜÇLEMESİ (The Shadow and Bone Trilogy)

GÖLGE ve KEMİK



Gölge Ve Kemik, uzun zamandır okuma listemde olan fakat bir türlü elimin gitmediği kitaplardan biriydi. Geçen aylarda eski baskılarını çok ucuza bulmam dolayısıyla elime geçince serinin ilk kitabını yani Gölge Ve Kemik'i okudum ancak beğendim mi tam emin değilim işte.

Kitabın fantastik dünyası çok farklı. Bir süre uyum sağlamakta zorlandım çünkü yazar evreni tanıtmaktansa konuya girip karakterleri maceradan maceraya savurmayı uygun bulmuş. Ancak ben bunu doğru bulmadım işte. Fantastik serilerin ilk kitaplarında var olan evreni yazarların kurguya yedirerek tanıtması taraftarıyım ben. Böylece hem kurguyu hem de evreni ilk kitabın sonunda öğrenmiş oluyoruz. Ancak dediğim gibi Gölge Ve Kemik de bu yoktu. Küçük ayrıntılara yer verilmese kurgu tam bir muammaydı.

Kitapta bir diğer sıkıntım ise karakterin çelişkili davranışları. Yani tamam ergen karakterlerin mantıksız davranışlarına alışkınız ama bu serideki iki karakterdi afedersiniz ama salaktı yani. ( Bu düşüncem hiç değişmedi hiç.) Kitabın benim için en iyi tarafı ise hiç kuşkusuz Karanlıklar Efendisi'ydi.

İçinde minnoş bir kalbi barındırsa da haysiyetsiz bir şerefsiz olan bütün kötü karakterlere bayılıyorum. Of şerefsiz, ahlaksız, bencil, sayko karakterler benim arşım sanırım. Muhtemelen bu seride aradığımı bulamayacağım ama seviyorum seni Karanlıklar efendisi :') #teamthedarkling


2. Okuma

( Yorum yazacaksam iki okumada da düşüncelerimi görün diye diğer yorumu hiç değiştirmeden ekledim. Bu yeni yorum 😂) Ya bir şey diyeyim mi ben kitabı zamanında okumamışım yüksek ihtimalle. Bazı kitapların zamanı vardır işte Gölge Ve Kemik o gruba giriyor. İlk okuduğumda akıcı olmamasından, konuyu anlamamaktan şikayetçiydim ama şimdi bir günde çok da rahat, anlayarak okudum. Hatta karakterlerden nefret ettiğimi bile düşünmüştüm. Malyen bir sıfır yenik başlamıştı. Şimdi o kadarda değil ya diyorum. Tamam ikisi de salak ama fantastik genç yetişkinlerin klişesi gibi bir şey salak karakterler bana göre. Neyse hala #teamthedarkling.




KUŞATMA VE FIRTINA 

"Kendine dikkat et, Nikolai," dedi Malyen sakin bir sesle. "Prenslerin de herkes gibi kanı akar."

Nikolai kolunu, üzerine toz konmuşçasına silkeledi. "Evet," dedi. "Onların kanı daha güzel elbiselerde akar."

Normalde serilerin ikinci kitaplarına yorum yazmak çok zordur. Çünkü ilk kitabın büyüsü kaybolmuş, kurgu asıl yere doğru giderken tuhaf bir durgunluğa, hareket etmeden hareket edebilmeye başlamış bir nevi ikinci kitap klişesine dönmüştür. Söyleyecek söz bulmak zordur çünkü aslında kitapta hiçbir şey olmamıştır. Sadece devam etmektir görevi. Ama Kuşatma Ve Fırtına bana o ikinci kitap klişesini yaratmadı. Tamam yine büyük olaya giderken olan durgunluk vardı ama bu kitap hakkında söyleyeceklerim daha fazla sanki.

Fantastik bir dünya var ortada ve bu fantastik dünya daha da güçlenmiş, en kötü karakteri daha kötü, en iyi karakteri daha iyi bir gibi benim en nefret ettiğim şeyi de yapmamış. Herkes bence kendince kötü ve kendince bencil. Kitabın bana bunu yansıtması da en iyi olayı diyebilirim.

Şimdi gelelim en esas konuya, aslında oturup düşündüğümde tamam sevdim ama karakterlerine asla tahammülüm yok bu kitabın. Mahalle yanarken birisi Zoya ve öpüşmek derdinde birisi de güvensizlik, eziklik çıtasını yükseltme derdinde. Ulan demezler mi adama sen bu kızla büyüdün, yanında her haltı yedin, kız kendini tamamen yalnız hissedip üstünde bu kadar yük varken mi kıskanmak, saçma bir sahiplenme hastalığına kapılmak aklına geldi. Allah'ın GERiZEKALISI, mal malyen yüzünden kitabı fırlatıp atayım mı yoksa Alina'yı sarıp sarmalayım mı bilemedim. Onunla birlikte üzüldüm, kırıldım. Ama onun gibi affedemem ben Malyen'i. Leş ve ezik erkek karaktere zerre tahammül edemiyormuşum ben bu kitapta kesin olarak anladım bunu.

Hala içimde bir umut Karanlıklar Efendisi'nin aslında çok iyi çok minnoş adeta bir sevgi pıtırcığı olduğu hayalini kuruyor ama ikinci erkek karakter aşkımı Nikolai de kullanıp Mal Malyen'i öldü kabul ediyorum an itibariyle.

Ve son olarak hala #teamthedarkling . Yak yık ortalığı haşin yarim.



ÇÖKÜŞ VE YÜKSELİŞ

"Aleksander," diye fısıldadım. Bir çocuğun adıydı bu. Artık kullanılmayan. Neredeyse unutulmuş."


Bir seriyi karakterlerine göre değerlendirmek benim en nefret ettiğim özelliklerimden birisi. Düzeltmek için hiçbir şey yapmamakla birlikte okuduğum her kitapta bu olay daha da katlanıyor sanki. Çöküş Ve Yükseliş ise zirvesi oldu bana göre. Çünkü kitabın ana karakterlerine zerre saygım, sevgim yok. Hepsini tükettiler sağ olsunlar.

Serilerin final kitapları genellikle hareketli olur. Çünkü ikinci kitabı olağan bir durgunluğa erişmiştir ve kurgunun heyecanlı olması gerekir. Ama Çöküş Ve Yükseliş de bu yoktu. Olabildiğince yavaş ve doyurucu işlendi kurgu. Yavaşlıkta bir sorunum yok hatta bu olayı sevdim bu seride. En başından dediğim gibi benim en büyük sorunun maalesef bu serinin karakterleri.

Bana deselerdi ki, Büşra en nefret ettiğin tüm özellikler bir karakter de toplanmış hatta bir de ana karakter olmuş bu herif, bu seriye zerre dalmazdım. Ama şöyle bir şey var ki evreninin iyi yaratıldığını o kaotik ortamı çok sevdiğimi açık yüreklilikle söyleyebilirim. Hatta bir ara keşke bitmese bir kitap daha rahat okurdum diye düşündüm. (malyene rağmen). MALyen demişken ona verilen misyona zerre tahammül edemedim. Sadece aklamak için yapılmış onlarca şeyden biriydi. Yazarın torpilli karakteriydi zaten geçen üç kitapta da bunu bariz belli etti. Kitapta tonla karakter onun için harcandı. Prensten tutun kitabın en sevdiğim karakteri olan Karanlıklar Efendisi'ne kadar. 
İlk defa bir seri de en sevdiğim karakteri serinin en kötüsü denilebilecek ama bana göre asla olamayan bir adam. Tutarsız, sümsük, meymenetsiz bir karakterdense kitabın başından sonuna kadar tutarlılığı ve doğrucu davutluğu ile kalbimi çalan Karanlıklar Efendisi'ni okumayı yeğlerdim. Hep kalbimde olacak. Onun kadar üzüldüğüm bir başka karakter olmadı sanırım.

Fantastik sevip, tutarsız, salak, gereksiz, fazla meymenetsiz karakterlere göz yumarım diyenlerdenseniz gözüm kapalı öneririm bu seriyi. Ama şöyle bir şey var ki bittiğinde duvar yumruklamalı bir seansa hazırlamalısınız kendinizi.


Sevgiler.

SEVİP SEVMEDİĞİME BİR TÜRLÜ KARAR VEREMEDİĞİM 2 KİTAP ( JANE STEELE VE ALİCE HART'IN KAYIP ÇİÇEKLERİ)


YORUM

Alice o günü, hayatını geri dönülmez şekilde değiştiren gün olarak hatırlayacaktı her daim, ancak anlaması yirmi yılını alacaktı: Hayat ileriye dönük yaşanır ancak geriye dönük algılanır. Tam ortasında dururken manzarayı görmek mümkün değildir.

Alice Hart'ın Kayıp Çiçekleri'ne başlarken beni bu kadar üzüp yıpratabileceğini düşünmüyordum. Cıvıl cıvıl bir kapak, çiçeklerle dolu rengârenk bir konu nasıl bu kadar yorabilir ki insanı değil mi. Ama kitabı bitirip kapağını kapattığımda gerçekten yorulduğumu, kitabın kapağına tezat o kapkaranlık atmosferinin beni yıprattığını farkettim. Alice Hart'ın Kayıp Çiçekleri'ne bir iyileşme hikâyesi, küçük bir kızın kendini bulma yolculuğu diyebilirdim eğer son 100 sayfayı okumasaydım. Ancak yazar kendi içinde bir tezata düşmüş ki kitabımızın kahramanı Alice Hart iyileşecekken kendisini kısır bir döngü içinde buldu. Ve bu hüzünlü bir olaydı benim için. Kadının hayatına yön verebilmesi için onu çevresinin kurguladığı bir hayata mahkum etmek, bundan kurtulduğunda başına gelen her şeyin bir anda yine en baştan tekrar etmesi.

Var olabilmek için geçmişine mi sırtını dönsün, geleceğini mi kucaklasın bir türlü karar veremedik hem yazar hem de okur olarak. Ve bu eziyetti bana göre. Hem okura hem de o kadar yükün altında kalmış ana karaktere. Kitabın beni yoran kısmı da buydu işte. Bunun dışında tam bir çiçek cahili olduğum için bölüm başlarında yer alan çiçek adları, ne anlama geldikleri (bu kurgu olsa bile) benim için bulunmaz bir nimetti.

Alice Hart'ın Kayıp Çiçekleri aşırı güzel, etkileyici bir roman değil. Gerçekçilik boyutu hem yüksek hem de bir parça fantastik (kurgu fantastik değil, yaşanılanlar gerçek dışı) bir hikâye bana göre. Yazar bütün tezatlıkları kitapta vermiş. Bunun bilincinde okursanız seversiniz diye düşünüyorum.

Sevgiler.



YORUM

"Anneme yeniden kavuşmak için cehenneme gitmem gerekiyorsa,o halde öyle olsun.Ben de bir başka ete kemiğe bürünmüş felaket olacağım o halde.Ama gayet güzel bir felaket." 

Jane Steele, Jane Eyre'nin nahif ortamının aksine daha korkunç, daha acımasız ve daha karanlık bir hikayeye sahip. Antikahraman bir ana kadın karakterimiz var aslında. Yaptığı şeyler kendince doğru olsa da toplum nezdinde kabul görmüyor. İnsanların kötülüklerini Jane Eyre'nin sakın affediciliği ile asla kabullenmeyip adeta kendi öyküsünü yaratıyor.

Hem tuhaf bir akıcılığa hemde akıllara ziyan bir durgunluğa sahip. Bütün zıtlıklar kitapta toplanmış gibi. Jane Eyre seven, onun bambaşka bir tarafına farklı gözle bakmak isteyen okuyuculara tavsiyemdir.


 

Hunharca Okuyan Kız Template by Ipietoon Cute Blog Design and Bukit Gambang