13 Aralık 2017 Çarşamba

HAVA UYANIYOR - KİTAP YORUMU (Air Awakens #1)



ARKA KAPAK

Solaris İmparatorluğu, başkenti birleştirmeye bir zafer uzağındaydı ve nadir görülen büyüsel bir yakınlığın sahibi, on yedi yaşındaki kütüphaneci çırağı Vhalla Yarl savaşın seyrini değiştirebilirdi.

Vhalla, Büyücüler Kulesi’ndeki gi­zemli büyü topluluğundan uzak dur­ması gerektiğini bilerek büyümüştü ve kitapların sessiz dünyasında oldukça mutluydu. Ancak farkına varmadan, gelmiş geçmiş en büyük büyücüler­den biri olan Prens Aldrik’in hayatını kurtardıktan sonra, yavaş yavaş onun dünyasına doğru çekildiğini hissedi­yordu. Şimdi önünde vermesi gereken zor bir karar vardı: Ya büyüsünü kabul edip bildiği hayatı terk edecek ya da büyücülükten defedilip eski haline dö­necekti. Gölgelerde dolanan kudretli güçlerle birlikte, Vhalla’nın kararsızlı­ğı ona sandığından çok daha fazlasına mal olacaktı.

“Hava Uyanıyor’a bayıldım! Bu romanda Operadaki Hayalet ve Külkedisi, Elise Kova’nın mükemmel bir şekilde yarattığı dünyada bir araya gelmiş.”

– Michelle Madow, Elementals Serisi’nin yazarı

“Bu kitabı elimden bırakamadım. Ne yaptığımı bile fark etmeden sayfaları birbiri ardına çevirmiştim bile.”

– The Fandom.net

“Sevgili kitap tanrıları, teşekkürler. Bu harika eser için teşekkürler.”

– Rachel E. Carter, The Black Mage Serisi’nin yazar




YORUM

Vhalla sert bir şekilde, "Prens olmanın, hatalarının bedelsiz olmasını sağlaması ne büyük şans, değil mi?" dedi.

Prens keskin bir tavırla hemen, "Bedeli var," diye yanıtladı. "Bedeli senin güvenini kaybetmek oldu."

Hava Uyanıyor, sanırım bir sene önce çok büyük bir reklam ile piyasa sunulmuş, yayınevinin bana göre kitabın kıymetini bilememesi yüzünden adeta parladığı gibi sönmüştü. Eh, ben de popülerizmin kölesi olduğum o dönemde (hâlâ öyleyim çaktırmayın lütfen) çıktığı gibi aldım kitabı tabi ama ilginin yavaşça üzerinden çekilmesi, birkaç olumsuz yorum kitaba olan heyecanımın bir anda sönmesine neden oldu ve sonuç olarak kitaplığımda unutulup gitti.

Sizlere uzun uzun kurulan fantastik evrenden bahsetmeyeceğim ama eğer benim gibi sizler de kitabı kitaplığınızda unutup gittiyseniz, hatırlatmak boynumun borcu bana göre. Zira aynı torbadan çıkma klasik fantastik türünde bir kitap değil Hava Uyanıyor. Doğu, Batı, Kuzey ve Güney olarak bölünmüş bir imparatorlukta, bazı insanların elementlere hükmetmesi nedeniyle onları büyücü olarak nitelendiren bir dünyada yaşayan bir kütüphaneci çırağının adeta hayal dünyasından çıkmasını, gerçek hayatla yüzleşmesini işliyor kitabımız. Bir fantastik klişesi olarak da prensi kurtarmak için kütüphaneden yardım isteyen sarayın, kahramanımız Vhalla'nın canla başla bilgi toplamaya çalışırken yıllardır ortaya çıkmayan Rüzgârgüdücü büyüsü ile prensi kurtararak onunla arasında bir bağ kurmasını da konu ediniyor.

En başta kitabı sevmeme asıl neden olan şeyin Vhalla'nın güçlerinin uyanma süresini, ona alışma sürecini tam anlamıyla hiçbir ayrıntıyı atlamadan yazarın teker teker işlemesi olduğunu söylemeliyim. Sıradan bir kütüphaneci çırağıyken, kendinin farkında bile olmayan çocuk-kadının (kendini sürekli böyle niteliyor karakterimiz, ben onun yalancısıyım) evre evre güce ayak uydurmasını, onu hakkında kitaplar okuyup araştırmalar yapmasını işliyor yazar bu kitapta. Bu yüzden de kitapta aksiyon sever kitlenin hayal kırıklığına uğrayacağını söylemeliyim. Ama ben daima ayrıntı sever bir okuyucu olduğum için ilk kitap için aksiyon dozunun bana yeterli olduğunun ve serinin devam kitapları için kafamda bazı küçük detaylar dışında soru işareti bırakmadığının kitap bitince net olarak farkına vardım.

Ama şöyle bir şey var ki kitabımız Genç Yetişkin-Fantastik türünde bir kitap ve bu kitapların olmazsa olmazı ana karakterin sürekli hata yapma durumu da es geçilmiyor kitapta. Vhalla'nın bazı kararlarını, nedenleri ve sonuçları ile ben destekledim yalan yok. Ona daima kötülük olarak baskılanmış özel güçlere isyan etmesini her normal bir insanın tepki vereceği gibi davranışlar ile sergilemesi kitabı bir tık gerçekçi kılmıştı bana göre. "Aa ne güzel benim özel güçlerim var, gideyim de prensleri tavlayayım, herkese iş atayım!" tarzı bir kabüllenme süreci yaşamadığı için de Vhalla'ya saygım sonsuz. Ama bunların dışında aşırı tepki verme, birtakım yaşına uymayacak aptallıkları ile de beni sinir etmedi değil tabi ki.



Serinin bu kitabında türlerinden biri olan Genç Yetişkin edebiyatının daha fazla işlendiğini düşünüyorum ben. Başlangıç kitabı, kitabın ana konusu zaten belli ama asıl önemli kurgu işlemek olunca yazarın Genç Yetişkin klişelerinin bolca ekmeğini yediğini okuduktan bir süre farkına varıyorsunuz. Var olacak bir aşk üçgenin ipuçları daha başından beri veriliyor zaten, azıcık da imkânsız bir ilişki eklenince devam kitaplarının heyecandan ellerimi titrettiğini belirteyim.


Eh, bu kadar klişe klişe dedim nerede bu kitabın özgünlüğü diyecek olursanız var olan veya devam kitaplarında var olacak kitabın fantastik tarafı. Vhalla'nın kitapta yavaş yavaş işlense de güçleri tam bir muamma, bunu kendine yedirme süreci işlendi ama kullanacağı zaman neler olacağı, prens ile aralarındaki bağın bu güce etki edip etmeyeceği okuyucuyu heyecanlandırmaya yeter de artar bile. Eğer yazar orijinal denilebilecek kurguyu kitapta kullanmasını bilirse ikinci kitap efsane olacak gibime geliyor (Çok amin).

İkili romantik ilişkilere gelecek olursak bu kitapta başlangıç seviyesinde olduğu için fazla yorum yapamıyorum ama Vhalla ve Prens Aldrik'in başlangıçtaki mektuplaşmalarını aşırı sevdiğimi, her karşılaştıklarında aralarında özel bağın okuyucuya tam dozunda hissetirilmesi çok hoştu.


Son olarak bahsetmeden geçemeyeceğim bir olay var. Seri yurtdışında tamamlanmış durumda ve Goodreads kullanıcıları tarafından epeyce seviliyor. Bu yüzden yayınevinin var olan tamamlanmış bir seriyi çevirmemesinin rahatsızlığı içindeyim açıkçası. Kitap çıkalı tam olarak bir sene oldu ve ikinci kitabın çeviride olmasından başka aldığımız bir haber yok. İlk başta bu kadar şaşalı reklamı yapılan ve türdaşlarından daha güzel olan bu kitabın neden kıymetinin bilinmediğini anlamıyorum. Umarım en yakın zamanda ikinci kitap haberini alıp serinin diğer kitaplarına da kavuşuruz diyerek Fantastik ve Genç Yetişkin türünde okumayı seven, özellikle de Element bükme gibi konulara hayranlık duyanlar için Hava Uyanıyor'u hiç kuşkusuz öneriyorum.


11 Aralık 2017 Pazartesi

BUL BENİ ZİBA - KİTAP YORUMU


ARKA KAPAK

Doğum gününde, babası Ziba'yı çağırır ve doğum gününü birlikte geçirmesi için akıl hastanesinden kaçmasına yardım etmesini ister. Babası geçmişi telafi etmeyi ve doğum gününü kutlamayı ve iyi vakit geçirmeyi vaat eder ama işler ters gider...  

Farhad Hassanzadeh, genç yetişkin kurmacası için olağandışı olan bu acı hikâyede, genç kahramanın yaşamının doğrudan bir resmini çekiyor. Roman, okuyuculara düşünecek çok şey verecek bir konuyu sunuyor.




YORUM

Biliyor musun Ziba, Doktor Abbasi'den duymuştum bir keresinde; oturduktan sonra tekrar ayağa kalkmak zormuş ama şartmış, eğer böyle olmasa hepimiz günün birinde yere serilirmişiz. Ben isterim ki, tekrar ayağa kalkayım ve kalkarken seni de kaldırayım. Seni başımın üstüne koyup roket gibi gökyüzüne doğru fırlatayım. Ama sen de babana karşı her zaman dürüst ol.


Bul Beni Ziba, çok vurucu bir girişle başlıyor ve bu girişi okuduktan sonra tamamen çarpılmış olarak başlıyorsunuz kitaba. Size vereceği hisleri, duygu karmaşalarını sadece tek paragrafla özetleyen kitabımız bana göre tamamen vurucu, kalp kırıcı ve bir miktar da ders çıkarılması gereken bir kitap.

Kitabımız, gerçek ve hayal arasında sıkışıp kalmış 15 yaşın bütün davranışlarını üzerinde taşıyan Ziba'nın doğum gününe bir gün kala akıl hastanesinde kalan babasından telefon alması ile başlıyor. Ziba'dan onu ziyaret etmesini isteyen babasının doğum günü planları olduğunu duyan küçük Ziba da atlıyor tabi bu fikre. Küçük bir kaçış planı ve bu planın şans eseri gerçekleşmesiyle baba kızın maceraları da böylelikle başlıyor.

Normalde bu tür kitapları okumaya çok çekinen birisiyim ben. Aile dramaları beni daraltmakla birlikte üzerimde oldukça etki bırakıyor. Bir süre sadece o anlatılan hikâyeyi yaşıyorum ve kendi kendime acı çekiyorum. Ama Bul Beni Ziba kısacık hikâyesinde, içinde barındırdığı dramı bir miktar komedi ile dengelemiş ve ortaya gayet güzel bir kitap çıkmış bana göre.

İki karakterinde başından beri psikolojik olarak çok da sağlıklı olmadığını anlıyoruz okurken. Ziba ailesizlik ve kimsesizlik ile kendini kitaplara vuran ve onlarda gerçek hayatın yansımanı izleyen küçük bir kız çocuğu, babası ise hastalığını geri plana atmaya çalışan ve bunu başaramayan bir hasta. Sağlıklı düşünceleri yok, sağlıklı bir planları yok. Bu yüzden de yaşadıkları birçok olay trajikomik bir macera bana göre.

Ama okuru eğlendiren, kitabın hızlı okunmasını sağlayan bu maceraların hüzünlü bir yanı da var. Sadece eğlenmek için çıktıkları bu yolda Ziba babasından birçok şey istiyor ama bunu olamayacağının da farkında. Çünkü babasının düşünce yapısı hassas ve davranışları bir miktar tehlikeli. Okurken sürekli diken üstündeyiz bu yüzden. Fiziksel bir zarar olmamasına rağmen kitap bittiğinde düşünce olarak Ziba'nın kırıklığını içimizde yaşıyoruz.

Kitap kısacık olmasın rağmen İran'ın genel durumu hakkında bilgi vermeyi ve sosyal sınıflamaları eleştirmesi ile de dikkat çekiyor. Yazar kendi düşüncelerinin yansımasını gayet net bir şekilde hissettirmiş ve okuyucuya gayet güzel bir şekilde ulaştırmış bana göre.

Ama tüm bunların dışında kitabın en vurucu tarafı aile içi psikolojik ve fiziksel şiddettin küçük bir kız çocuğu üzerinde yansımalarını biz okuyuculara gayet net bir şekilde hissettirmesi yazarın. O dengesiz psikolojiyi Ziba'nın düşünceleri üzerinden vermesi, babasının kırılgan tarafının onu aslında yaraladığını kitabın sonunda net bir şekilde ifade etmesi çok kalp kırıcı olmakla birlikfe sarsıcıydı da.

Kitapla ilgili tek sorunum Ziba'nın düşünceleri arasında aktarılan anıların hissettirilememesi. Günümüzde iken birden geçmiş ve gelecek anları anlatılınca okuyucunun kafası karışıyor. Ne olduğunu bir süre anlayamıyor hâliyle.


İran'ın tarihi kültürel dokusu üzerinde işlenen vurucu, sarsıcı kitaplar arıyorsanız Bul Beni Ziba sizlere önerim arasında. En kısa zamanda tanışmanızı öneririm.

13 Kasım 2017 Pazartesi

GAZAP VE ŞAFAK - KİTAP YORUMU ( THE WRATH AND THE DAWN #1)



ARKA KAPAK

#1 New York Times Çok satanı
Indie Next Listesi Seçkisi, 2015
Amazon En İyi Gençlik Romanı, 2015
New York Halk Kütüphanesi En İyi Gençlik Romanı, 2015
Seventeen Magazine En İyi Roman, 2015
YALSA En İyi Gençlik Romanı, 2016

 Her Şafakta Bir Hayat… 

Cani bir katil tarafından yönetilen bir diyarda, her şafak bir başka aileye kalp acısı getirmektedir. On sekiz yaşındaki Horasan Halifesi Halid her gece yeni bir eş almakta ancak sabaha kalmadan gencecik kadınların hayatına son vermektedir. Can dostu, Halid’in kurbanlarından biri olan Şehrazad, intikam almaya yemin eder ve gönüllü olarak Halid’e gelin gider. Sadece hayatta kalmaya değil, halifenin dehşet saçtığı hükümdarlığı yerle bir etmeye de kararlıdır.
Şehrazad zekâsı ve azmi sayesinde her gece Halid’in aklını çelip büyüleyici hikâyeler anlatarak hayatta kalmayı başarsa da bir sorun vardır: Genç kız can dostunu öldüren katile günbegün âşık olmaktadır. Üstelik bu mermer ve taştan sarayda hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlamaya başlamıştır. Şehrazad, zalim çocuk hükümdarın genç kızları neden öldürdüğünü ortaya çıkarmaya ve bu döngüye bir son vermeye karar verir…
 






YORUM

"Bir canavara yakışır bir ceza bu.Bir şeyi bu kadar istemek, onu kollarına almak istemek ama hak etmediğine de bir o kadar emin olmak."


Hani bazen bir kitap okursunuz ve o kitap hakkında söyleyebileceğiniz birçok şey olmasına rağmen kalemi elinize bir türlü alıp hislerinizi içinizden geldiği gibi dökemezsiniz, işte ben bu durumu Gazap ve Şafak'ta dibine kadar yaşadım.


Nedeni çok sevmiş veya sevememiş olmam da değil, bilmiyorum, sadece "güzel işte okuyun" demek veya "sevemedim, önermem" sözcüklerini kullanmak kitap için yeterince uygun değil gibi geldi.

Gazap ve Şafak "retelling" diye bilinen, Türkçe'ye çevrilmişi "uyarlama" olarak geçen bir türün ürünü. Eski bir hikâyenin yeni bir versiyonu. Binbir Gece Masalları'ndan esinlenilerek hazırlanmış yeni bir kurgu.

Kitabımız, cani bir katilin yönettiği bir ülkede, evlendiği kadınları şafak sökmeden öldüren hükümdara eş olarak giden Şehrazad'ın, intikamı uğruna fedakârlıklar yapmasını, zaman geçtikçe hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığına karar verse de bu vahşi döngüye karşı savaşmasını okuyup okuyabileceğiniz en nahif kalem bizlere anlatıyor.

Ben daha önce romantizmin işlendiği hiçbir kitapta karakterleri bu kadar benimsediğimi, sanki onlarmışcasına kitabı hissettiğimi bilmiyorum. Hissetmişsem de hiçbiri üzerimde Gazap ve Şafak kadar büyük bir etki bırakmadı, buna eminim. Bunun asıl sebebi ise Gazap ve Şafak'ın kurgusu veya karakterleri değil. Yazarın tam anlamıyla içtenlikle yansıttığı kaleminin zarifliği. Öyle ki bizlere canavar gibi lanse edilen her bir karakterin, içindeki en nahif duyguyu hissedip buna göre okuyoruz kitabı. İyi kim, kötü kim kitap bitene kadar seçemiyoruz. Gerçi bana göre kitapta kötü karakter denen bir olay yok. Nedenler ve sonucuna göre hareket eden canı yanmış, gönlü temiz insanlar var.



"İstersen vur bana, Şazi. Ne istersen yap ama aynı yarayı deşme; gitme."

Kurgu oldukça kasvetli, deyim yerindeyse karanlık bir havada ilerliyor. Asıl olayın ardından geçen planlar, bu planların gerçekleşme olasılıkları, Şehrazad ve Halid'in günden güne gelişen ilişkileri ve en önemlisi bu ilişkiye sekte vuracak asıl darbe kitabın başından beri okuyucuyu diken üstünde tutuyor. Öyle ki bunları okurken heyecanlansanız da sonucunda olacak olaylara kendinizi zerre hazır hissetmiyorsunuz. Eliniz kalbinizde, yüreğiniz Halid'in nahif duyguları altında ezilerek akıp gidiyor kitap.


Gazap ve Şafak okumak benim için pamuklar tarafından sarılmışım ama o yumuşaklığa elimi attığım anda beni kesen jiletin acısını hissetmek gibi bir şeydi. Kalbimi hem o büyük tutkunun altında hem de karakterlerin nahif duyguları ile sarıp sarmalıyor ama dokunmak yasak çünkü o yumuşacık hissin arkasında can acıtan bir gerçek gizli. Zaten bu paragraftan bile anlamışsınızdır nasıl sevdiğimi.

Sevdiğim şeyleri anlatmakta hep sıkıntı çekiyorum ama umarım sizler benim nasıl sevdiğimi, kitabı nasıl benimsediğimi anlamışsınızdır.

Bolca romantizm, ara ara mistizm ile harmanlanmış Gazap ve Şafak bu türün sevenlerine canı gönülden tavsiyemdir. Okuyun, yazarın kaleminin yumuşaklığına ve yürek burkan kurgusuna sizler de şahit olun lütfen.

Sevgiler 💗

6 Kasım 2017 Pazartesi

BİN PARÇA SEN - KİTAP YORUMU ( FIREBIRD #1)


ARKA KAPAK

Zaman yoktu. Dakikalarım mı vardı, saniyelerim mi yoksa daha da mı azı, bilmiyordum. Omzumda küçük bir çanta vardı. Elimi içine atınca kalem değilse de bir ruj buldum. Titreyen parmaklarla kapağını çıkardım ve ara sokaktaki duvara yapıştırılmış eski postere yazmaya başladım. Bu, iletmem gereken mesaj ve benden geriye bir şey kalmayınca hatırlamam gereken tek amaçtı: 
PAUL MARKOV’U ÖLDÜR. 

MARGUERITE CANE dâhi fizikçi ebeveynleri sayesinde bilimsel teorilerle büyümüştür. Ama hiçbiri, annesinin son icadı olan ve boyutlararası yolculuk yapmaya yarayan Ateşkuşu kadar şaşırtıcı değildir. 
Marguerite’in babası cinayete kurban gittiğinde tüm deliller tek kişiyi göstermektedir: Ebeveynlerinin gözde öğrencisi, sırlarla dolu Paul. Mükemmel cinayeti işlemiş gibi görünen genç adam, polis ona ulaşamadan başka bir boyuta kaçar. Ama Marguerite’i hesaba katmamıştır. Genç kız çeşitli boyutlarda Paul’ün peşine düşer. Babasının cinayetinin arkasında yatan gerçekler yavaş yavaş gün yüzüne çıkarken Marguerite yaşanan ihaneti tekrarlamaya mahkûm olur. 
Genç kız bambaşka yaşamlardan geçerken –Çarlık Rusyası’nda bir grandüşes, fütüristik Londra’da parti meraklısı bir yetim, okyanusun ortasındaki bir istasyonda yaşayan bir mülteci– tehlikeli olduğu kadar karşı konulmaz bir aşka kendini kaptıracaktır. 

 “Macera, bilimkurgu ve romantizmin bu müthiş karışımı geniş kitlelere hitap edecek.” 
-School Library Journal -

“Aksiyon dolu bir ilk kitap… Gray bilimkurgu, tarih ve modern öğeler arasında yol alıyor.” 
-Publishers Weekly -



İlk görüşte aşka inanmadığımı söylerken ciddiydim.Bir insana gerçekten, cidden aşık olmak zaman alırdı.Öte yandan ana inanırdım.Birinin içinde ki gerçeği gördüğünüz, onun da sizin içinizdeki gerçeği yakaladığı o an. O anda, artık sadece ve tamamen kendinize ait olmazdınız.Bir parçanız ona ait olurdu, onun bir parçası da size. Sonrasında ne kadar isterseniz ve ne kadar çabalasınız da o parçayı geri alamazdınız.

YORUM 


Büyük umutlarla başlayıp beni hayal kırıklığına uğratan kitaplarda bugün, diye başlamak istiyorum Bin Parça Sen hakkında düşüncelerimi aktarmaya.

Yayınlanacağını duyduğumdan beri Bin Parça Sen'i, hem arka kapak yazısı hem de kapağının dikkat çekiciliği ile hemen sepete atmış, ön siparişe düştüğü anda da alıvermiştim. Eh, bu kadar hızlı aldığım gibi de listemdeki kitaplara bir süre ara verip hızlıca okumaya başladım. Ve kitap, ciddi söylüyorum, ben ne kadar hızlı elime aldıysam o kadar hızlı başladı. Birdenbire kurgunun içine dalıp kitapta belki de en sevdiğim olaylardan biri olan akıcılığı ile hızlıca okutturdu kendini.


Bin Parça Sen, ebenveynlerinin tüm hayatları boyunca boyutlar arası yolculuk yapmaya yarayan Ateşkuşu'nu icat etmeye çalışmasını izleyerek büyüyen Marguerite'ın, babası cinayete kurban gittiğinde, tüm delillerin tek bir kişiyi gösterip suçlu bulduğu, ebeveynlerinin gözde öğrencisi olan Paul Markov'un peşinden intikamı için boyutlar arası bir maceraya koyulmasını konu alıyor. Bu boyutlar arası yolculukta, her boyutta farklı bir Marguerite'a rastlayan kahramanımız, tam olarak gizemi çözülememiş bir alet olan Ateşkuşu'nu açığa çıkarmaya, hem de babasının ölümünün ardındaki gizemi çözmeye çalışırken türlü zorluklar ile savaşırken buluyor kendini.


"Bütün evreni öğrenmemi mi istiyorsunuz?"
"Sizin için öğrenirim."

Bin Parça Sen, 348 sayfa boyunca bir an bile maceranın, heyecanın kesilmediği oldukça hareketli bir roman. En başından beri sırlarla dolu bir kitaba başlıyorsunuz ve sonuna kadar hatta sonunda bile bu sırların çözülmeye çalışılırken bile daha da karmaşıklaştığını hissediyorsunuz. Bu yüzden kitap boyunca diken üstünde, eliniz kalbinizde okuyabileceğinizi söyleyebilirim kitabı.

Tahmin ettiğiniz şeyler az çok çıkıyor ama, bu yüzden ana konunun gerçekten özgün olduğunu fakat kurgu ilerleyişinin zayıf olduğunu düşünüyorum ben. Belki de boyutlar arası yolculuk konusu hakkında kitap okumadığım için de olabilir tam olarak bilmiyorum ama bu konu, yani yolculuk konusu, kitabı okurken beni heyecanlandıran yegâne şeydi diyebilirim.


Ama tüm bunların dışında yani bu boyutlar arası yolculuk dışında kitapta beni kalbimden vuran, işte bu kitabın büyüsü bu dediğim hissi, kitap boyunca arasam da bulamadım maalesef. Bin Parça Sen'i tamamen bilimkurgu içeriğine sahip olduğu için almadım ben. Bu kitabın içinde az çok "aşk" konusunun işleneceğini tahmin ediyordum. İşlendi de zaten. İlk başta gayet masum bir şekilde, okuyucu kendine hayran edecek kadar güzel hem de. Ancak bu nahif duygu aktarımının yazar tarafından, ana karakterinin eline bir bıçak verip katlettiğini düşünüyorum.


Bu katledilen duygular hakkında uzun uzun konuşmayacağım ancak kısa bir şekilde beni neden rahatsız ettiğini açıklamak istiyorum ki bir fikriniz olsun. Kitabın başında nefret ve üzüntü dolu bir ana karakter ile karşılaşıyoruz biz okuyanlar. Ancak bu iki olumsuz duygunun dışında karakterin kendince birilerini aklamaya çalıştığını, peşinde olduğu şeyin bir parça olsa bile suçsuz olmasını umut ettiğini de okuyoruz.


Kitap boyunca da bu zıt duyguların patlama noktasına gelip bizi duygularının nahifliğine inandırmasını ve kalbimizi çalıp kitaba farklı bir yönden bakmak da istiyoruz. En azından ben böyle bir şey bekledim. Ancak ana karakterimiz Marguerite o kadar tutarsız bir karaktere dönüştü ki sayfalar sonra en başından ne hissettiğini ve sonra neler hissedeceği benim için önemsiz bir hâle geldi. Çünkü karakterin bencilliği ve zayıf duygusal patlamalarını okumak bu kadar güzel bir kitabı bana göre katletmişti. Eh, bu yüzden de ne aradım ne buldum olayını bolca yaşadım Bin Parça Sen'de.


Ama bu söylediğim nedenler dışında ana konunun özgün oluşu ve okunabilirliği açısından sevdiğimi söyleyebilirim kitabı. Sadece büyük umut etmemek gerektiğini düşünüyorum.


Eğer sizler de bilim kurgu ve romantizmin harmanlandığı akıcı kitaplar arıyorsanız ve farklılıkları her daim kovalayanlardansanız Bin Parça Sen'i okumanızı öneriyorum. Umarım benim arayıp bulamadığım hissi sizler yakalarsınız.



Sevgiler 💗

29 Ekim 2017 Pazar

KIZIL KRALİÇE (RED QUEEN #1)





ARKA KAPAK

İnsanların Kana Göre Sınıflara Ayrıldığı, Bir Düzen… Büyülü, Tanrısal Yetenekleriyle Diğerlerine Hükmeden Gümüşler, Onların Gölgesinde Hayatta Kalmaya Çalışan, Sıradan Kızıllar… İktidar Tehlikeli Bir Oyundur. Peki, Kazanmak İçin Ne Kadar Kan Kaybetmek Gerekir? Kanla Bölünmüş Bir Dünyada, Kazananı Belirsiz Bir Varoluş Mücadelesi…

Mare Barrow'un dünyasında kanın rengi, varoluşun biçimini belirlemektedir. Doğaüstü yeteneklerle donatılmış Gümüşler, köle gibi çalıştırdıkları ve savaşta ölüme gönderdikleri Kızıllara hükmetmektedir. 

Yoksul bir Kızıl kasabasında yaşayan on yedi yaşındaki Mare, talihsiz olaylar sonucu bir Gümüş sarayında çalışmaya başlar. Ancak Kızılların başkaldırı hareketini örgütleyen Kırmızı Muhafızlar'ın davasını ateşleyecek kıvılcımın kendi parmaklarının ucunda ol-duğunu fark edince bambaşka bir oyunun ortasında kalır. Yalanlar üzerine kurulu bir düzende Kızılların Gümüşlere, bir prensin diğer prense ve Mare'nin kendi kalbine karşı mücadele ettiği bu tehlikeli oyunda tek mutlak gerçek, ihanettir.





YORUM

"Olman gereken insanı hatırla, hem de çok iyi hatırla, diye devam etti sorumu umursamayarak. Kızıl olarak yetiştirilmiş ama kanı gümüş olan biri gibi davranacaksın. Artık aklında Kızıl, kalbinde Gümüş'sün."

İnsanların kanlarının renklerine göre sınıflandırıldığı bir dünya düşünün.Kanı gümüş renginde akanların belli yetenekler ile kanı kırmızı renginde olan insanları yönettiğini.

Kızıl Kraliçe, kanın insanları sınıflandırma aracı olarak belirlendiği bir dünya da kahramanımız Mare Barrow'un bir kızıl kasabasında hayatta kalmaya çalışırken birden kendini gümüş sarayının entrikalı dünyasında bulmasını, kızılların başkaldırı hareketini örgütleyen Kırmızı Muhafızlar'a hizmet etme sözünü vermesine rağmen; hayatı, aşkı ve özgürlüğü arasında savaş vermesini çarpıcı bir kurgu ile bizlere sunuyor.



"Herkes herkese ihanet edebilir."

Kızıl Kraliçe, bilerek kendimi distopya türünden uzak tuttuğum bir dönem de elime aldığım, türünün en iyisi olmasa bile kendi içinde beni etkileyecek özelliklere sahip, bittiğinde beni darmaduman eden nadir kitaplardan biri oldu.

Öyle ki kitap bittiğinde normalde bir distopyadan alamayacağım duygu karmaşasını olabildiğince yoğun bir şekilde hissettim.Her distopya okurunun bildiği üzere bu türün kitapları karakter bazlı değil de olabildiğince olay bazlı yazılıyor.Karakterlerin duygularından çok daima olayların geçişi, kurulan düzen ön planda.Ancak Kızıl Kraliçe, bana göre olay ve karakter işleyişini tam dozunda ayarlayıp, türün klasikleşmiş yazım şeklini bir miktar orijinalleştirmiş. Bunun içindir ki bir an için olayın içindeyken bir an da karakterlerin duygu geçişlerinin içinde hisler karmaşası içinde buluyoruz kendimizi.


Bununla da kalmayıp kahramanımız Mare Barrow'nu saray entrikası gibi okuru heyecandan tırnak kemirttiren bir ortam için de bulunca; var olan olaylar, karakterler arası çekişmeler kitabı adeta bir stres bombası haline getiriyor. Eh haliyle de kitabın muhteşem bir akıcılığı olduğunu, elinize aldığınız gibi bitirebileceğinizi söyleyebilirim.

"Ben ne dersem, gerçek odur. Tüm dünyayı ateşe verebilirim ve buna yağmur diyebilirim."

Ama tüm bunların dışında kitabı benim için unutulmayacaklar kategorisine sokan en temel neden; yazarın en başından beri bana göre aşırı klişe kurduğu karakter tasvirini kitabın başından son 100 sayfasına doğru okura bunu kesin olarak inandırıp, en sonunda sizi ters köşe etmesi. Öyle ki tahmin edip bu böyle olacak bu kişi bunu yapacak deseniz bile karakterin yazılış tarzı amacıyla zerre toz konduramıyorsunuz ve bunu ana karakter ile okura bir güzel yediriyor yazar. Bunun içindir ki kitap bittiğinde tamamen ihanete uğramış, kalbiniz parçalanmış gibi hissediyorsunuz. En azından ben böyle hissettim.Hala aklıma geldikçe elim kalbimde bunu kendime neden yediremediğimi sorguluyorum. 


Eh sonuç olarak karakterleriyle, entrikasıyla, okura yansıttığı duygu karmaşası ile Kızıl Kraliçe'yi okumak gerçekten benim için güzeldi. İkinci kitabı elimde olmasına rağmen kendime eziyet edip bir süre bekletme niyetindeyim. Ya da olayları yedirmek için de olabilir şuan hala bunu kalbimde çozebilmiş değilim. 

Distopya seven, entrika için ağzı sulanan, kaos ile yaşayan tüm okurlara tavsiyemdir. 

Sevgiler.



14 Ekim 2017 Cumartesi

KAHRAMANI ÇOCUK OLAN KİTAPLAR (CUMARTESİ ÖNERİLERİ #4)




Herkese merhaba! Bu cumartesi önerisinde kahramanı çocuk olan kitap önerileri ile geldim.


Bu türün adı var mı tam olarak bilmiyorum. Çünkü tür kısmına bakıldığında ya çocuk kitabı ya da dram kitabı olarak sınıflandırılıyorlar. Ancak bu tür kitapların içinde yer yer komedi ve macera unsurları da kullanılıyor. Ben de bu yüzden bu türü şöyle sınıflandırma yapmak istiyorum. Kahramanı çocuk olan kitaplar.


Bazen aşırı romantizm, dram veya macera türünde kitaplar okumaktan sıkıldığımda kitaplarda saflık ve masumiyet arıyorum. Eh, koşa koşa da bir çocuğun ağızından anlatılan kitaplarda buluyorum çareyi.


Bu tür kitaplarda genellikle bir duruma veya birkaç soruna değiniliyor. Yazar vermek istediği mesajı çocuk masumiyeti ve aklıyla verince daha vurucu ve samimi görünüyor bizlere. Özellikle "akran zorbalığı" ve "ebeveyn sorunu" gibi konular üzerinden etkileyici bir kurgu ile sunulan fotoğraftaki kitaplar bu cumartesi önerilerinde sizlere kesinlikle önerdiğim, okumazsanız çok şey kaçıracağınızı düşündüğüm kitaplar.

"O akşam gitarımı çalarak yatakta uzanırken aklımdan babamla ilgili düşünceler geçti. Onu özlemiştim. Parmaklarım gitarın tellerini bulurken, hayatımda bir babaya ne kadar ihtiyacım olduğunu düşündüm. Sanki onca yıl önce ruhuma bir baba tohumu ekmiş gibiydim. Onu sulamış, ona bakmıştım ve ben farkına varmadan yapraklarla kaplı bir ağaca dönüşmüştü. (Bir Kalp Bin Umut Syf: 22)

İlk kitabımız Pegasus Yayınları'ndan çıkan Bir Kalp Bin Umut. Ortalama bir kurgu, ortalama karakterler üzerine kurulsa da ana karakterimiz Dan Hope'un kendince hazırladığı küçük listeleri, babasını görmek uğruna yaptıkları okurken sizi güldürebildiği kadar da duygulandıracak. Kitabımız başta da bahsettiğim ebeveyn konusu üzerinden gitse de aslında bir baba veya annenin aslında sana iyi gelen bir arkadaş olduğu kitabın ana konularından bir tanesi. Çok severek, yer yer duygulanarak, bazı yerlerde ise kahkahalara boğularak okuduğum Bir Kalp Bin Umut size önerilerim arasında. 

"Karşılaştığınız çoğu kimse sizinle elli kat gazlı bezin arkasından konuşuyormuş gibi hissedersiniz. Bazen daha konuşmadan önce yalan söylediklerini anlarsınız. Yaşları ilerledikçe daha da yüzsüzleşirler ve önemi bile olmayan konularda yalan söylerler. Babamın saçlarıyla kelini kapamaya çalışması veya annemin saçlarını boyaması gibi..." (Tanrının Unutulan Çocukları)

Tanrının Unutulan Çocukları, bookstagramı ilk açtığım dönemde kütüphaneden rastgele alıp okuduğum benim için vurucu kitaplardan biriydi. Bir cinayet ile ergenliğe bile ulaşamamış iki küçük çocuğun tehlikelere bezeli bir kasabada değişen hayatını anlatıyor kitabımız. Toplumun katı kuralları, ırkçılık gibi ağır konuları sırlarla pekiştirerek bir çocuğun ağızından ilmek ilmek işliyor. Sonunu okuyup kitabı kapattığınızda ise bir süre kitap boyunca sizi saran hüzünden kurtulamıyorsunuz. Etkileyici, vurucu, bir çocuğun ağızından saflıkla anlatılmış Tanrının Unutulan Çocukları sizlere kesinlikle önerilerim arasında.


Yaşam kelimelerle yazılmaz, dedi canavar. Eylemlerle yazılır. Ne düşündüğün önemli değil. Ne yaptığın önemli.(Canavarın Çağrısı)

Bir çocuğun ağızından anlatılan kitaplar arasında Canavarın Çağrısı'nı önermemek kesinlikle olmaz. Çünkü bu türün bana göre en iyilerinden birisi. Kalbinizin kırıyor, size bir dolu umut ettiriyor ama o son varya o sonda işte sizlere aslında en büyük dersi veriyor canım kitap. Kaybetmenin tarifi imkansız hislerini derin derin işliyor Conor'ın ağzından yazar. Eh bizlere de kesinlikle okumak düşüyor.


Çocuk olmak korkunç bir şey, her şeyi öylesine merak etmek ve kimseye soramamak, sanki aptal ve yararsız bir şeymişsin gibi şu büyüklerin karşısında hep gülünç düşmek. (Yakıcı Sır)


Kahramanı çocuk olan kitaplardan bahsetmişken Stefen Zweig'ın çocuk psikolojisini en derinden incelediği Yakıcı Sır'dan bahsetmemek kesinlikle olmazdı. Yakıcı Sır, annesi ile tatilde olan bir çocuğun sırf annesine yakın olma çabası içinde olan narsist bir Baron tarafından kandırılmasını işliyor. Çocuk masumiyetinin ne denli ince bir çizgide olduğunu sevgili Zweig satır satır bütün gerçekçiliği ile işliyor. Okurken sizi hem heyecanlandıran hem de üzen, zevk alarak okuduğum Yakıcı Sır'ı sizlere kesinlikle öneririm.

Sevgiler.




7 Ekim 2017 Cumartesi

GENÇ YETİŞKİN - YENİ YETİŞKİN TÜRÜNDE KİTAPLAR ( CUMARTESİ ÖNERİLERİ #3)




Herkese merhaba! Normalde tür tür ayırıp yapmaya çalışacaktım kitap önerilerini ama bu hafta iki türün (genç ve yeni yetişkin) karışımı gibi oldu.

Fotoğrafta gördüğünüz kitapların 3'ü Genç Yetişkin diğer 3'ü ise Yeni Yetişkin türünde olan kitaplar. Buradaki altı kitabın altısı da benim için, ne zaman sayfalarını açarsam açayım saatlerce takılıp kaldığım, hem deli gibi mutlu eden hem de azıcık da olsa üzüntüye boğan, bir yandan da deli gibi kahkaha tufanına tutulmanıza neden olan olan kitaplar.

Özellikle kısa zamanda elinize aldığınız gibi bitecek, reading slump dönemindeyseniz sizleri yeniden okumaya teşvik edecek kitaplar arıyorsanız fotoğraftaki kitaplardan her birine kesinlikle şans vermenizi öneririm.


🌠 "Nereye gitsem, sadece seni görüyorum. Beynin seçme şansı yok artık çünkü sende çok ender bir şeyler var. Işık saçıyor ve diğer herkesi gölgede bırakıyorsun. (Yıldız Gemisi)


Yıldız Gemisi, ellerindeki mahkumiyet dövmeleri yüzünden yaşadığı yerde barınamayan Solara'nın dünya dışı seyahat için gemi aramaya çalışması, gemiyi bulduğunda ise ücretine karşılık okul hayatını zehir etmiş zengin ve şımarık çocuk Doran'a hizmet edeceğini kabul etmesi ile başlıyor. Ancak işler Doran ve Solara için sarpa sarıyor hâliyle. Yıldız Gemisi, Genç - Yetişkin/Bilim kurgu türünde olan, içindeki her bir karakterin yaşamına okuyucuya naif bir şekilde yansıtan, dramın, komedinin, maceranın ve okuyucuyu hayran bırakan aşkın harmanlanmasıyla oluşmuş, eğlenceli diyaloglarla bezeli bir kitap. Hiç kuşkusuz kahkahalara boğulup her sayfayı heyecan ile çevireceğinize eminim.

💮 "Bana zarar vereceğinden korkmuyorum. Eğer zarar verirsen de, yara izleri sonsuza kadar kalmaz. İnsanlar sürekli birbirlerine zarar veriyorlar. Özellikle de birbirlerini önemsediklerinde." (Benimle Asla Tanışamayacaksın)

Bir diğer Bilimkurgu-Genç Yetişkin türünde öneri kitabım ise Benimle Asla Tanışamayacaksın. Kitabımız Ollie ve Moritz adlı ilginç hastalıkları bulunan iki arkadaşın birbirlerine mektuplarından oluşuyor. İkisi de özel durumlarından dolayı asla karşılaşamaz. Çünkü Ollie'nin elektriğe alerjisi var, Moritz'ın de olmayan gözleri ve kalp piliyle çalışan zayıf bir kalbi. Bu da kitabı birçok yönden ilginç kılıyor. Sadece mektupları okuyup fikir sahibi oluyoruz çünkü. Hayatın zorlukları, iki arkadaşın birbirlerini hiç görmeseler bile iletişimlerini okurken bir yandan sizi duygulandırıp bir yandan da hayran bırakıyor. Arkadaşlık ve aile dramasını Ollie ve Moritz'in kaleminden okumak onların hayatlarına dokunmak isterseniz hiç kuşkusuz Benimle Asla Tanışamayacaksın tavsiyemdir.

🍁 "Bu fırça darbeleri kusursuz. Bunun büyük bir kısmı çocukluğundan geliyor."
Orada öylece durmaya çalıştım, her bir kelimesini sindirmeye çalışıyordum.
"Peki, çocukluğundan bir şey resmetmek istesen bu ne olur?" diye sordum fısıltıyla.
Bana bir gülümsemeyle baktı. Hafif. Anlamlı.
"Sen." (Yağmurla Gelen Mutluluk)

Son Genç Yetişkin türünde öneri kitabım ise benim için çok özel kitaplardan birisi olan, hâlâ kapağına baktığımda hüngür hüngür ağlamak istediğim Yağmurla Gelen Mutluluk. Kitap Asperger Sendromu olarak bilinen bir özelliğe sahip genç Colton ile Lilly'nin hikâyesi. Her sayfasında yazarın kaleminin naifliğine hayran kalacağınız, taptatlı Colton'un dürüstlüğü karşısında kahkahalara boğulup içinizi eritecek, Lilly'nin cesareti karşında saygı duyacağınız bir kitap Yağmurla Gelen Mutluluk. Her sayfası her kelimesi özel bana göre. Umarım sizler de okuyup keyfine varırsınız.

🌻 İnsanlar sık sık yara izlerini gizlemeye çalışırlar. Sanki en ufak bir hasar, ne kadar kırılgan olduklarını gözler önüne seriyormuş gibi. Yara izlerini hatalarla, o hataları da utançla bir tutarlar. Mükemmelliyetlerine sonsuza kadar gölge düştü sanırlar. (Sahte Romeo)

Sahte Romeo ve Juliet Paramparça üniversitede başlayıp karakterlerin bir süre sonra bir tiyatro oyununda yeniden karşılaşmaları ile devam eden, sizi yer yer gıcık etme özelliğine sahip olsa da efsanevi tutku dolu bir aşk hikâyesi. Yeni yetişkin, romantik türünde olan kitabımız karakterlerin aşırı komik cesaretleri, aşklarını bir türlü yerinde kabullenmemeleri yüzünden bizi bir süre kıran ancak deli gibi gibi de hayran kalarak okuduğumuz aşırı eğlenceli, komik, iflah olmaz romantikler için kesinlikle okunması gereken serilerden. Bol bol cinsellik icerdiğini de söylemeden geçemeyeceğim.


"Güzelliğin aşkı önleyici bir şey olabileceğini düşünürüm sık sık.''
''Neden?''
''Çünkü bazen bir yüze aşık oluruz, onun ardındakine değil.'' (Tersyüz)


Son kitap önerim ise defalarca okuyun lütfen diye dilimde tüy biten, modern zamanın güzel ve çirkin hikayesi olan Tersyüz. Defalarca okuyup yazarın konuyu, karakterleri işleyişine defalarca hayran kaldığım hassas bir konuyu gerçeklerle harmanlayıp naif bir dille anlatan Amy Harmon'un kalemi benim için her zaman vazgeçilmez olacak sanırım. Kesinlikle okumanız, anlamamız gereken kitaplardan birisi.

30 Eylül 2017 Cumartesi

COLLEEN HOOVER KİTAPLARI (CUMARTESİ ÖNERİLERİ #2)



Colleen Hoover ile tanışmam kitaplığımda daha kendine henüz yer edinmemiş Umutsuz ve Yeni Bir Umut adlı kitapları ile oldu. Umutsuz'u deli gibi e-kitap tükettiğim bir sırada rastgele indirmiş, klişe bir gençlik romanı olacak düşüncesiyle okumaya başlayıvermiştim hemen. Ehhh işte o zaman anladım Colleen Hoover 'ın asla hafife alınmayacağını. Umutsuz beni paramparça etmiş, ardından Yeni Bir Umut'u okuyunca da tamamen dağılmıştım. Bir süre etkisinden çıkamadım anlayacağınız bu iki romanın. Normalde önceden e-kitap okuyup kitaplığıma sonradan almayı severim romanları. Re-reading yapmak benim için bir nevi eğlencedir. Sanırım okuyalı epey geçti Umutsuz ve Yeni Bir Umut'u ancak almaya ciddi anlamda çekiniyorum. Yeniden okuyup o dehşeti ve "umutsuzluğu" hissetmek beni birazcık korkutuyor açıkçası. Ama tabi ki canı gönülden öneriyorum.


"Bazı babalar hayat verir. Bazıları hayatın nasıl yaşanacağını öğretir." (Umutsuz)

Colleen Hoover'ın okuduğunuzda hem bolca kalp kırıklığı hem de azıcık mutluluk hissettirecek bir diğer romanı Çirkin Aşk. Çirkin Aşk bana göre Colleen Hoover'ın kaleminin zirvesi. Normalde basit karşılanacak bir kurguyu karakterleri hissettirmesi, şiirsel ve nahif dili ile farklı bir kulvara sokuyor. Ben dağılmam bu romanda diyorsunuz ama bitirdiğinizde bir bakmışsınız hüngür hüngür ağlama hâlindesiniz. Ama bu değil ki kitabın türü dram. Hayır değil. Saf romantizm, eğlenceli diyaloglar ve şiirsel cümleler ile harmanlanmış bir kitap Çirkin Aşk. Henüz yazarın kalemi ile tanışmamışsanız Çirkin Aşk iyi bir başlangıç olabilir.


"Lisans eğitimimi burada alacağım ve sonra en iyi arkadaşım, Ian ve ben uçuş okuluna gideceğiz. Pilot olmak istiyorum. Sen ne olmak istiyorsun?"
"Mutlu," dedi gülümseyerek.
Bu harika bir cevaptı.

Ehh en son olarak Colleen Hoover'ı okumanız için en son nedeni olan herkes tarafından sevilemese de benim favorim Çarpılma'dan bahsedeceğim azıcık.

Çarpılma'nın konusu diğer iki kitaba göre hem daha klişe hem de daha hafif kaçsa da karakterleri ve okumaktan asla bıkmadığım şiir atışmaları ile benim en favori Colleen kitabım. İşaretlediğim bazı sayfalarını hâlâ ara sıra okuyup kâh kıkırdayarak kâh aşırı romantizm ve kalp çarpıntısı ile nefesimi tutarak okuyorum.



"Başkalarının kelimeleriniz hakkında ne düşündüğünün önemli olmamalı. O sahneye çıktığınızda, ruhunuzun bir kısmını paylaşıyorsunuz. Buna puan veremezsiniz."

Colleen Hoover okurken sizi hem deli gibi mutlu etmeyi hem de kalbinizi paramparça edip o parçalar ile vücudunuzda açabileceği kaç yara varsa hepsini açmayı başaran yegâne yazarlardan bana göre.

Basit bir konuyu basit karakterler ile birleştirse bile kaleminin hem nahif hem de dibine kadar sert olması sebebiyle kendisini daima türdaş yazarlardan ileri götürebilecek bana göre.

Eğer sizlerde romantizm ve günümüz gençlik konularının seveni iseniz Colleen'ın aşırı büyülü kalemi ile bir an önce tanışmanızı öneririm.

Sevgiler.

ATEŞ SERİSİ ( CUMARTESİ ÖNERİLERİ #1)




"Vampirler mi? Iyk. Tadı kaçtı. Onlarla ilgili yeterince şey anlatıldı. Zamanda yolculuk mu? Hah, mağara adamı davranışları gösteren insan azmanı bir dağlıyı her zaman bulabilirsiniz. Kurt adamlar mı? Oh lütfen, bu tam anlamıyla ahmaklıktır. İçindeki köpek tarafından yönetilen bir adamı kim ister? Sanki erkeklerin hepsi öyle değilmiş gibi..." ( KARANLIK ATEŞ)


Ateş Serisi buradaki birçok takipçimin bildiği üzere favori serilerimden. Vampir karakterler furyasının çoğaldığı ilk dönemlerde bu türün kitaplarını o kadar çok tüketmiştim ki bir yerden sonra bıkkınlık gelmişti anlayacağınız. Lise iki veya üçüncü sınıfta tam hatırlamıyorum, e-kitap olayına sarıp bu işin başlangıcını üstlenen forumlardan birinde gezerken Ateş Serisi hakkında bir başlık açıldığını görmüş, alıntılarını okuduktan sonra seriye e-kitap olarak başlamıştım. Başladığım anda da tabi ki kapıldım gittim büyüsüne.😂 Daha ilk dört kitap çıkmıştı, abartmadan söylüyorum cuma günü gecesi başlayıp cumartesi akşamına çıkmış bütün kitapları bitirmiştim. Beşinci kitabı (seriyi okuyanlar bilirler) beklemek ölüm gibi bir şeydi. Kitap çıktığı anda daha küçük bir lise öğrencisi olduğum için alamadım, forumlarda e-kitap hâlinin düşmesini bekledim bir de.

Peki nedir seni kendine hayran bırakan, defalarca okutan serinin alâmeti farikası dersiniz, bu paylaşımımda uzun uzun bunu anlatacağım sizlere.



"Seni ilk gördüğüm anda senin bir baş belası olduğunu anlamıştım."
"Al benden de o kadar."
"Seni rafların arasına çekip hissizce düzmek, sonra da evine yollamak istemiştim."
"Bunu yapsaydın asla gitmezdim."
"Ama hala buradasın."
"Bu kadar bozulduğunu belli etme istersen."
"Tüm varlığımı bozuyorsun sen."
"Tamam, gideyim o zaman."
"Hele bir dene de seni zincire vurayım." Dik dik baktı bana. "Bocalamak diye buna derler." İç geçirdi.
Bir süre sonra elini uzattı.
Ben de ona elimi uzattım. ( GÖLGE ATEŞİ)


İlk olarak Ateş Serisi okuyup okuyabileceğiniz en özgün kurgulardan birisi. Başlarda birçok kişiye kurgusal açıdan eksik gibi görünse de (Bana hiç öyle gözükmedi tabi ki) objektif olarak ele alırsak yazarın kaleminin ve hayal gücünün serinin bir sonraki kitabında sürekli gelişme hâlinde olduğunu görebilirsiniz.

Kurgu özgünlüğünü bir kenara bırakıp karakter bazında incelersek karakterlerinin de özgün olduğunu açıkça söyleyebilirim. Ana karakterimiz Mckayla yine birçok karakterde göremeyeceğiniz bir kişiliğe sahip. Karakter gelişimi mükemmel. Kendine güveni tam, aile terbiyesi (hâlâ gülerim o sahnelere) almış çıtı pıtı bir kız. Biz Ateş Serisinde bu çıtı pıtı kızın intikamı uğruna kendinden birçok konuda ödün vermesine, düşmanları etrafını sarıp bilmediği bir dünyaya adım atsa da buna ayak uydurmasına aşama aşama şahit oluyoruz. Mckayla Lane yine benim için şu zaman kadar saygı duyduğum en iyi kadın karakterlerden birisi.




"Bana yumruk at," dedim.
"Saçmalama," dedi.
"Hadi Barrons bana bir yumruk at."
"Sana yumruk atmayacağım."
"Hadi bana yumr..." dememle yüzümdeki tüm kemiklerin neredeyse kırıldığını hissettim. Kafamı salladım, hiç canım acımamıştı. "Bu mükemmel bir şey ya şuna bak bana vurduğunu anlamadım bile."
"Hadi bana bir yumruk daha at hadi..." Kanım kaynıyordu, vücudum çok güçlüydü, kendimi çok canlı hissediyordum.
Barrons kafasını sallıyordu.
Bir anda ona bir yumruk attım, kafası arkaya doğru gidip geldi.
"Mutlu musun şimdi?"
"Canın acıdı mı?"
"Hayır.
"Tekrar vurabilir miyim?"

"Hayır git kendine bir kum torbası al. " ( KAN ATEŞİ)

Seri, karakter bazında da gerçekten acayip çeşitli. Fantastik bir seri olduğu için her türlü yaratığın kol gezdiğini sizlere söyleyebilirim. Ancak bu karakter çeşitliliğinin de bir özgünlüğü var çünkü karşımıza çıkan farklı türde farklı karakterler kitabın içinde mutlaka bir yerden karşımıza çıkıp bizleri sırlarıyla tepetaklak edecek bir havaya sahip.

Seri boyunca hiçbir zaman durağanlık yaşamıyoruz. Yazarın kaleminin sihri olmalı, elinize aldığınız anda bitiveriyor her kitabı. Kalbinizde birçok yara bırakıp şaşkınlıktan gözlerinizi yuvalarından çıkararak tabi ki.

Ben bu kadar hayranı olarak serinin hâlâ ilk beş kitabını okudum. Tekrar tekrar da onları okuyorum. Altıncı kitaptan sonra başka bir karakterin ağzından anlatıldığı için seri benim için hala beşinci kitap ile bitmiş durumda. Elbet bir gün devamını okurum ama tabi ki ilk beş kitabın yeri benim için daima ayrı olacak. 
Her zamanki gibi okuyun diyorum bu seriyi. İlk kitabını bulamazsanız bile e-kitap olarak okuyun. Yazarın kaleminin, zihninin çılgınlar gibi ayakta alkışlanması taraftarıyım ben.



29 Eylül 2017 Cuma

FANGİRL - KİTAP YORUMU


ARKA KAPAK

Cath bir Simon Snow hayranıdır.
Öyle ya, tüm dünya Simon Snow hayranıdır...

Ancak bu Cath için bir hayat felsefesidir ve o takipçi olma konusunda çok iyidir. İkiz kız kardeşi Wren'le çocukluklarından beri Simon Snow kitaplarını defalarca okumaktan, hayran kurgusu yazmaya kadar, kendilerini seriye adamış, annelerini kaybetmelerini de ancak bu şekilde atlatabilmişlerdir. Büyüdükçe
Wren'in hayranlığı azalsa da Cath'in vazgeçmeye niyeti yoktur.
Üniversiteye gidecekleri sırada Wren, onunla aynı odada kalmak istemediğini söyleyince Cath kendi rahat dünyasının tamamen dışında, bir başına kalır. Son derece utangaç olan Cath, kendini yazdığı hayran kurgusuna kaptırmıştır. Hikâyesinde her zaman ne diyeceğini gayet iyi bilmekte ve gerçek hayatta hiç tecrübe etmediği romantizmi öyküsüne yansıtabilmektedir. Wren elinden tutmadan da Cath her şeyin üstesinden gelebilecek midir? Kendi hayatına başlamaya gerçekten hazır mıdır? Ya kendi hikâyelerini yazmaya?..
En önemlisi de Simon Snow sevdasını geride bırakma pahasına yola devam etmeyi istemekte midir?


“Son derece keyifli, sevgi dolu bir gençlik masalı; başarı kaderinde var.”
- New York Journal of Books
“Kesinlikle büyüleyici.”
- Kirkus Reviews
“Rowell, son derece popülerleşmiş hayran kurgusu evrenini ve on sekiz yaşındaki bir kızın aklından geçenleri başarıyla aktarıyor.”

- Entertainment Weekly




YORUM


"Gözlüğünü seviyorum," dedi Levi. "Simon Snow tişörtlerini seviyorum. Önüne çıkan herkese gülümsüyor olmamanı seviyorum çünkü o zaman bana gülümsediğinde... Cather... Seni herkese tercih ederim."


Fangirl, şu sıralar listemde olan dram türünde kitapları üst üste okumaktan kalbim sıkıştığında imdadıma koşarak yetişen, ağır önyargılı olduğum Rainbow Rowell'a karşı beni utandıran, bu ayın en eğlenceli, en tatlı kitaplarından biriydi bana göre.

Kitabın yazarı ile tanışmam birçoğumuzda olduğu gibi Eleanor ve Park ile oldu. Ancak Eleanor ve Park'ın o kadar övülmesine rağmen bende beklediğim etkiyi bırakmadığını fark etmiş ve Fangirl'ü de bu zamana kadar bu durumdan dolayı bekletmiştim.

Ancak anlarsınız ki pişman oldum.

Fangirl'e bayıldım.

Kitabımız, ünlü kitap karakteri Simon Snow hayranı Cath'in bu karakter için kendince kurguladığı hayran hikâyeleri yazdığı, üniversite yaşamına alışma sürecinde gerçek ile düş arasında bocalamasını ancak hayallerine sıkı sıkıya tutunup bunun kendine zarar vereceğini bilse de kaleminden, hikâyelerinden asla vazgeçmemesini konu alıyor.

Ama bunun yanında aile, arkadaşlık, ilk aşk gibi nahif konuları da ince ince işliyor tabi ki. Yazarın Eleanor ve Park'ta sevdiğim özelliklerinden birisi hassas olan bir konuyu iyi bir hikâye ve eğlenceli karakterler ile harmanlanmasıydı. Aynı şey Fangirl'de de oldu. Var olan sorunu bizlere hikâyenin ilk başında "dan" diye vermiyor yazar. Ağır ağır karakterlerin düşünceleriyle oluşan ortam ile ince ince yedirip hissetmemizi sağlıyor.

Fangirl başta da dediğim gibi eğlenceli bir kitap. Her sayfasından keyif alarak okuyorsunuz. Ama bunun yanında var olan gençlik sorunlarına, ailevi meselelere, bir genç kızın yanındaki desteği ile yavaş yavaş evrilmesine de tanık oluyoruz.

Boş, çerezlik bir kitap değil bana göre Fangirl. Karakterleri ve kurgusuyla birçok meşale veriyor yazar.

Kitabın içindeki her bir karakterin sorunları olsun veya olmasın bir şekilde hikâyelerine değip geçiyoruz. Özellikle Levi karakteri baştan sona kadar kafamda soru işaretleri bıraksa da sonunda karakterinin gerçekten bu kadar iyi ruhlu nahif olduğunu anlamam beni kısa süreli bir şoka soktu. İyi görünüp kötü çocuk olan o kadar kitap karakteri var ki Levi'nin bir nevi Pollyanna oluşu, Cath sorunları ile boğuşmaya cesaret edemezken onu yavaş yavaş kendi yöntemiyle gerçek hayatla tanıştırması gerçekten hayran olunasıydı.

Benim kitabı bu kadar sevmeme rağmen puan kırmamda neden olay şey ise yazarın oldu bittiye getirilmiş klasik sonu. Azıcık daha yedirilmiş, belirgin bir son olsaydı gerçekten tadından yenmez bir kitap olacaktı Fangirl.

Ne söylesem, ne desem bir şekilde dönüp dolaşıp kitaba hayran olmama gelmeden kısaca bitiriyorum yorumumu. Sizler de günlük hayatın tantanasından bunalıp sıkılmış bir ruh hâlindeyseniz Fangirl renkli karakterleri ve nahif öyküsü ile sizlere tavsiyemdir.

Sevgiler.


 

Hunharca Okuyan Kız Template by Ipietoon Cute Blog Design and Bukit Gambang